Beş yıl önce daha Arap baharı başlarken Lübnan’ın Saide ve Suriye’nin Tartus Limanına gemiyle mermer götürmüştüm. Sardunya adasından aldığımız bu yükü önce liman daha derin olduğu için Tartus’a sonra da sığ olan Saida’ya götürmüştüm.
Suriye’de daha önce Lazkiye’ye uğramış bir parça gezip tozmuştum. Tartus’ta da kısa olsa dahi bir şehir turu yapmıştım. Gözüme en çok boy boy Beşar Esed’in resimleri çarpmıştı. Bizdeki tek adam hayali ve despotluğu onlara da bu şekilde yansımış. Şehir tipik bir akdeniz sahil şehri olup Batılı ülkelere nazaran fazla gelişmemişti. Dikkatimi çeken ilginç bir husus şu idi; Arap kadınları çok büyük ölçüde tesettürlü olduğu halde buradaki kadınlar batılı gibi giyiniyor tesettüre çok önem vermiyordu.
Sonradan anladığım kadarı ile burada Hristiyan ve Nusayri halk oldukça yoğundu.
Bu yüzden olsa gerek Ruslar buraya bir askeri üs kurmak istemişler, 2008 yılında Rusya ve Suriye deniz kuvvetleri arasında imzalanan anlaşma ile Tartus limanı Ruslar için kalıcı bir üs haline getirilmiştir. Rusların kendi toprakları dışındaki en modern deniz üssünün Tartus olduğu söylenir. Zira 10 savaş gemisini barındırabilecek kapasiteye sahip olduğu ifade edilmektedir.
Bundan beş yıl önce Ruslar’ın bu bölgeye yerleşeceği ve yığınak yaparak Akdeniz’de güç sahibi olması kimsenin aklına dahi gelmiyordu.
O tarihlerde Türkiye aracılığı ile Suriye Batı’ya açılmayı düşünüyor Rusya ile fazla ilgilenmiyordu. Fakat ne oldu ise oldu birden Esed’in kendi halkına zulmü başladı. Aynı Hama’da olduğu gibi terör estirerek Arap baharının sönmesine çalıştı. Batılı ülkeler de kendisine yardımcı olmuşlardı. Halbuki demokrasi, özgürlük ve insan hakları konusunda Batı Dünyasının bu ikircikli tavrı dikkate değer bir gelişmedir. Belki de bu sayede Batının gerçek yüzünü görme fırsatını bulmuş olduk.
Batılıları bir tarafa bırakıp şimdi Rusya’ya dönelim. Burada ne yapmaya çalışıyor ve akıbeti ne olacak?
Sovyetler, 24 Aralık 1979 ‘ta Sosyalist Kabil Hükümetinin resmi talebi, Sovyet lider Leonid Brejnev’in emri üzerine Afganistan’ı işgal edip ilk olarak Devlet Başkanı Hafızullah Amin’i öldürmüştü.
Yerine Babrak Karmal’ı başa getirmiş yaklaşık on yıl kaldıkları Afganistan’da Kabil’in bir kısmı hariç kırsalda bir türlü hakimiyet kuramamışlardı.
Çünkü Afganistan, eski Sovyetler Birliğinin güney sınırında yer alan, zorlu coğrafyaya, inatçı ve inançlı halka sahip bir ülke idi. Afgan savaşı, Sovyetlerin Vietnam’ı olarak adlandırılır.
İkinci dünya savaşından sonra girilen en büyük savaş olma niteliğine sahiptir. Bu savaşta 1,5 milyona yakın Afganlı İran ve Pakistan’a sığınmak zorunda kalmış, yüz binlercesi ise katledilmişti.
İlk başlarda dağınık olan direniş sekiz İslami cephenin bir çatı altında toplanması ile üstünlüğü ele geçirmişti. Sovyetler , 10 yılın sonunda 15 bine yakın asker , 451 uçak, 2.500’e yakın tank , yüzbinlerce yaralı ve psikolojisi bozulmuş askerle kuyruğunu kıstırıp geri çekilmek zorunda kalmış kısa bir zaman sonra da parçalanıp hak ile yeksan olmuştu.
1989 yılına gelindiğinde Gorbaçov Sovyet İmparatorluğu’nun çöküşünden başka yol kalmadığını görmüştü.
Sarhoş Boris Yeltsin’de son noktayı koydu ve Sovyetler Birliği Azerbeycan hariç tek kurşun atılmadan 15 parçaya bölündü. Beş tanesi ise Türk Cumhuriyeti olarak tarihteki yerini almıştı.