Şüphesiz hayatımızın belirli noktalarında kalbimizin pırpır ettiği anlar olmuştur. Bu kimi zaman tarifi zor duyguların yoğun şekilde gerçekleştiği an, kimi zamanda olmasını istediğimiz şeylerin olduğu sırada oluşan duygu birikiminin getirdiği reaksiyondur.

Küçük nedenlere bağladığımız mutluluğu öylesine uzak ve yüksek yerlere çıkardık ki, ulaşılması zor kıldık kendimize. Oluşup gelişmekte olan duygu durumları hayatımızda katalizör görevi gördüğünden, sanki uzun yıllar geçirilen ömrün yaşlı bedendeki alışa gelmemiş bir uzaklık gibi anlamsızlaşıyor. Nedeni bilinmez insanın kendine bir şeyi zor kılması. Oysa insan kolaya kaçmıyor ki mutlu olmak için…

Makro düzeydeki dünyamızı mikroya indirgeyip içerisine sığmaya çalışıyoruz. Bir tarafı dışarıda kalan hayatımızın belki de hiç olmayacak kısımlarını kesip atıyoruz. Sırf küçülttüğümüzü evrene sığa bilmek için. Nasıl ki anlamları hayatımızda basitleştirdik, öyle kesip biçtik hayatımızın kıyısını köşesini.

Mutlu olmak nedir? Mutluk olmaktan gaye sadece gülmek midir? Yoksa mütemadiyen sevinç halinde olmak mıdır?

Saadeti öylesine çok küçülttük ki mutlu olmakla yetiniyoruz. Saadet. İçerisinde yığınla anlamı barındırıyor. Mesut olmak, bahtiyar olmak, huzurlu olmak ve en çok ta günümüzde kullandığımız mutlu olmak…

İnsanı kabz halinden bast haline çıkartacak olan şeylerin arasında da duygu olduğunu bilmemiz gerekir. Bu duygu birikimlerimizi saadet huzmeleriyle donatmamız bizim elimizde. Hayatımızı İslam’ın gül demetleriyle donattığımızda oluşacak saadet. Kalp ferahlığı, gönül genişliği…

O ulaşılması zor kıldığımız yerden alıp hayatımıza kattığımızda, her anımız saadetle geçecek. Nasıl ki bir kırmızı gülün yeşillikler arasındaki hayatına ferahlık kattıysa, bizlerde hayatımızın her alanına yerleştirdiğimiz saadet şubelerinden hayatımızı güzellikler içerisinde geçirebiliriz.

Dünya saadeti gönüllerin bir olduğu yerdir. Sevgiye dair ne varsa içinde barındırır. Mekân olarak dağları, taşları, ovaları değil, evleri, barınakları değil, orayı; burayı değil alabileceği en geniş mekan olan yeri yani kulun kalbini seçmiştir kendine.

Öyle geniş öyle mutmain öyle garip. Dağların bile taşıyamadığı yükü alıp mahfuz edebilen yüce bir hikmete sahiptir. Saadet Allah’ın rızasına ermiş olmaktır. Bütün mesele bu.

İbrâhim Bin Edhem hz. dediği gibi, “Dinimizden yırtıp dünyamızı yamarız; Böyle ne din kalır ne de yamadığımız.”