Şia ve Vahhabi adı verilen iki sapkın mezhep yıllardan beri Müslümanların kanını akıtmaktadırlar. İslam düşmanları ile birlikte hareket eden bu Ehli Sünnet düşmanlarını iyi tanımalı ve tuzaklarına düşmememiz gerekiyor.
Vahhabiler sırtını ABD’ye dayayarak Libya ve Yemen’de Müslümanları acımasızca öldürürken Şia ise Rusya’nın desteğini alarak Suriye’de yine Müslümanların kanını akıtmaktan çekinmemektedirler.
Her iki sapık mezhebin yönetimine hâkim olduğu Suudi Arabistan ve İran devletleri, ne ilginçtir ki İslam düşmanlığı ile övünen İsrail’e tek bir kurşun dahi atmaz atamazlar. Onların gücü Ehl-i sünnet vel cemaat üzerine yeter. Devamlı surette acımasızca Müslümanların kanını dökmekten zevk alırlar.
Ehl-i sünnete göre Şia ve Vahhabiler sapkın olduğu halde İslam dışı değillerdir. İtikadi olarak yanlış yola girmiş ve bid’a yani uydurulmuş bir inanç üzerinedirler. Buna mukabil her iki sapkın mezhebe göre Ehl-i sünnet, küfre girmiştir ve dinden çıkmıştır. Bu nedenle münafık olarak gördükleri için Hıristiyan ve Yahudilerden daha tehlikeli gördükleri Ehl-i sünnet itikadındaki Müslümanları öldürmekten çekinmezler.
İşte “Ben ne Sünni ne de Şii değilim sadece Müslümanım” diyenler büyük bir hata etmektedirler. Alem-i İslam’ın % 90-95’i yani ana caddesi ehli sünnet olup bu sapık mezheplere şirin görünmeye çalışmak doğru değildir ve gerek de yoktur.
Bu nedenle öncelikle “Sünnilik daha doğru bir ifade ile ehli sünnet vel cemaat nedir?” bu konuyu iyi bilmeli ve anlamaya çalışmalıyız.
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, Kur’an ve sünneti esas alan; Resulullah ve Ashabının dini anlama, açıklama ve yaşama biçimi ile bu yöntemden ayrılmayan anlayışlar bütünü ve bu itikadi yolu benimseyen İslam âlimlerinin takip ettiği yoldur.
Büyük devletler kurmuş olan Arap, Türk, Çin ve Hint devletleri Ehl-i Sünnet prensipleri içerisinde kalarak hareket etmişlerdir. Bugün Müslümanların kahır ekseriyeti Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat inancına sahiptir. Bu nedenle başlangıçta salâbetli olduğu halde azınlık görüşlere dayandığı için oldukça farklı bir yola girmiş Şia düşüncesi, zaman içerisinde bozulmalara uğramış ve bir kısmı dinin tamamen dışına çıkarak kendilerine Rafızi (terk edenler) denilmesine yol açmışlardır.
Keza Arabistan çöllerinde zekât vermeyi reddetmek ve yalancı peygamber çıkararak Müslümanlara kılıç çekmiş Hariciler ve bunların günümüzdeki temsilcileri Vahhabiler de Ehl-i sünnetten ayrılmışlardır. Şia’ye benzer şekilde İslam toplumu içinde çok küçük bir azınlıkta kalarak devamlı surette ayrılıklara neden olmuşlardır.
Müslümanların birliğini ve ittihadını temin etmek için dışlayıcı, ayrıştırıcı ve ötekileştirici bir dil kullanmak sakıncalı olmakla birlikte Şia ve Vahhabileri dost bilip fitne çıkarmalarına müsaade etmek hiç doğru bir davranış değildir.
İslam’a, Kur’an’a ve Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’e yöneltilen haksız ve temelsiz eleştirilere ikna edici bir üslupla cevap vermek gerekliği vardır. Siyasi veya başka maksatlarla söylenilen sözler yerine bu konuda hayatını İslam’a adamış âlimlere ve eserlerine müracaat edilmelidir.
Dini konularla ilgili özellikle siyasi demeç ve konuşmalarda son derece titiz olunmak zorunluluğu vardır. Kur’an ve hadislerin ölçüsüne uyarak toplum üzerinde, inanç ve davranışlarında ölçülü ve dengeli olmaya gayret edilmelidir.