Genelkurmay’daki bir tümgeneral askeri uçakla Bakü’ye uçuyor. tümgeneralin gönderilme amacı olarak, Azerbaycan genelkurmay başkanını Türkiye’ye bizzat davet etmek olarak belirtiliyor.  Plütonyum oksit, Gürbulak sınır kapısının Türk tarafına geçiriliyor. Plütonyum 239 gibi tehlikeli bir kurşun bloklarla korunmuş olan Ayaş tünelindeki, tali bir tünele götürülüyor.  Türkiye’nin bu çapta bir nükleer malzemesi olmadığı için radyasyon güvenliği ile ilgili az tecrübesi  nedeniyle bir sorun olması durumunda tünelin iki tarafı kapatılıp sızıntı kolaylıkla engellenmek istenmişti. Ayrıca tünelin içindeki bir radyoaktif maddenin uydular ile fark edilmesi önlenmek istenmişti.

Uzmanlar bulunarak nükleer fizikçi, kimyager, mühendislerlerden oluşan 63 kişilik bir ekip kuruluyor. Pakistan’da teknoloji konusunda yardım almak için 10 uzman Karachi’ye gönderiliyor. Sonuçta, atom bombası yapmaya yarayacak tüm bilgi ve Pakistan’dan Türkiye’ye getiriliyor. 

Nükleer silah yapım aşamasına geçilerek bir askeri kışla araştırma merkezine çevriliyor. Araştırmalar başlatılıyor ve daha önceden yapılan bir alış veriş listesine uygun olarak donanım alınıp yaklaşık 800 milyon dolarlık bir fon ayrılıyor. Tank modernizasyonu adı altında tasarım ve simülasyon için büyük bilgisayar sistemleri, plütonyumun işlenmesi için cnc makine tezgahları, ve dış manto için uranyum 238, berilyum, radyoaktif güvenlik malzemeleri, orta çaplı bir laboratuvar kuracak kadar toplam 2436 kalem kimyasal madde ve analiz cihazı alınıyor.

Bombada kullanılan bazı parçalar Vestel ve Aselsan’da başka isimler adı altında imal ediliyor. Yüksek kalitedeki özel çelikten imal edilen tank parçası üretiminden bahsedilerek bu işlemler yapılıyordu. 

Nihayet uykusuz geceler, bol çalışmalardan sonra beş tane atom bombası yapılıyor. Her biri 30 kilotonluk olduğu söylenen bu bombalarla ilgili bilgiler biraz uydurma da olsa bunlardan bir tanesi yer altında patlatılıyor. Kullanılmayan bir maden ocağında. gece yarısı saat 4:16’da deprem şeklinde ilan ediliyor. Çünkü bir atom bombasının patlatılması sonucu oluşacak ısıyı ve radyasyonu fark edilmemesi için yerin altında yapılıyor.

Bu hikâyenin gerçekliği konusunda her şey söylenebilir. Zaten hikâyenin gerçek mi ya da uydurma mı olduğu özellikle muğlak bırakılmıştır. Çünkü Türkiye elinde atom bombası olduğunu resmi olarak açıklamak istemez. Bu açıklanırsa çok toz kalkar ve dış politikada zor durumda kalınabilir. Kuzey Kore olayı gibi bir olaydan veya Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının ortalıkta dolaşmasından kimse hoşlanmaz. Fakat gayrı resmi olarak bunun bir şekilde bilinmesi istenir veya bazı mesajlar bu şekilde verilmiş olabilir. Abanın altından sopa göstermek gibi.

Dostlarımız ya da düşmanlarımız bu detaylardan işin gerçek olduğunu anlayacaktır. Fakat resmi olarak sorulduğunda Türk hükümeti bunu kolaylıkla yalanlayabilecektir. 

Çok sıkışınca bu hikâyeyi bir yazar kendince uydurmuş diyebilir.”Bizim elimizde atom bombası falan yok, nereden çıkarıyorsunuz bu saçmalıkları” deme imkanı da vardır. Aynı şekilde herhangi bir okur açıp telefonu herhangi bir yere sorsa, “saçmalamayın kardeşim, yok öyle bir şey” deme imkânı da vardır. 

Şimdi gelelim bu kozmik oda olayına. İşte ABD’nin kozmik odaya girmek istemesinde en önemli nedenlerden bir tanesi işte bu nükleer silah olayı olabilir. Bu tamamen bir kurgu olsa dahi sosyal medyaya sızdırılması ile ABD’ye mesaj verilmekte ve “Sadece oyuncu olarak sahada sen yoksun. Ben de varım ve beni de ciddiye almak zorundasın” mesajı pekâlâ verilmek istenmiştir, vesselam…