Günümüzde ise 28 Şubat darbecileri hiç de utanıp sıkılmadan biz siyasete karışmadık diyebilmektedirler. Demek ki yüzleri manda derisinden daha kalındır ve haya edip kızarmasına imkan yoktur.

Bu dönemde Genelkurmay bünyesinde Batı Çalışma Grubu adı altında yasadışı bir yapı oluşturulduğu ve birçok kişi, kurum ve olay hakkında kayıtlar tutularak fişleme yaptığı ortaya çıkmıştı.

Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, darbeci generallerle işbirliği yaparak hükümeti kurma görevini Mecliste çoğunluğu meydana getiren iktidarın diğer ortağı DYP Başkanı Tansu Çiller’e değil, Anavatan Partisi Genel Başkanı Mesut Yılmaz’a vermişti.

Bu dönemde darbeci generaller milletvekillerini açıkça tehdit ederek birçoğunu iktidar partilerinden istifaya zorladılar. Kusursuz bir biçimde darbeci askerlerin terörü devam ediyordu ve Haziran ayı sonunda da Yılmaz, Bülent Ecevit’in lideri olduğu Demokratik Sol Parti (DSP) ve Hüsamettin Cindoruk’un liderliğindeki Demokratik Türkiye Partisi (DTP) ile satın alınan ve ölümle tehdit edilen milletvekillerinin meydana getirdiği ANASOL-D koalisyonunu kurmuştu. Ülkemiz bu dönemde eşine rastlanmayan banka hortumlamaları ve ekonomik krizlerle dolu birkaç yıl geçirdi.

28 Şubat 1997’de yaşanan ekonomik krizlerin en önemli sebebi çoğu darbeci generalin yönetiminde bulunduğu banka hortumlamaları ve yolsuzluklardır. Öyle ki bu süreç Türkiye ekonomisini nice ekonomik krize sürüklemiştir. Türkiye ekonomisinde büyüme oranı düşmüş 2000 yılında milli gelirimiz 201,6 milyar dolar iken 2001’de 144,6 milyar dolara kadar gerilemiştir. Yabancı yatırımcılar Türkiye’den kaçmış 25 banka hortumlanarak iflasa sürüklenmiş ve zararları milletimize ödettirilmiştir.

Bu dönemde ülkemizin kan kaybının 250-450 milyar dolar arasında olduğu çeşitli ekonomistlerin sunduğu raporlardan anlaşılmaktadır. Ayrıca Meclis Araştırma Kurumunun 28 Şubat dönemi ile ilgili olarak yayınlayıp sunduğu raporlarda bu dehşetli rakamlar ortaya çıkmış Milli gelirlerimizde büyük kayıplar olmuştur.

28 Şubat dönemine genel olarak baktığımızda 1990’lı yılların başından itibaren, ABD’nin öncülüğünde birtakım kaos planlarıyla yürütülen bir istikrarsızlaştırma döneminin ardından, 28 Şubat 1997 MGK toplantısı ile ete kemiğe bürünen bir post modern darbe sürecini görmüş oluruz.

Bu süreç esnasında ordumuzda görev yapan beş bine yakın subay ve astsubay, ordu içi hiyerarşik bir darbeyle görevlerinden ihraç edilmiş; bir o kadarı da, uygulanan baskı yöntemleri ile istifa ve emekliliğe zorlanarak görevlerinden uzaklaştırılmıştır.

BÇG olarak ta bilinen “Batı Çalışma Grubu” adlı yasadışı örgüt önce ordu içerisindeki darbe ve vesayet karşıtı unsurlar olarak gördüğü bizleri saf dışı etmiş; ardından ülke genelinde topyekûn bir psiko-sosyal savaşın yönetimini üstlenmiştir. Bunu yaparken, toplumu bir arada tutan değerler birer tehdit unsuru olarak tanımlanmış ve başta dini değerler olmak üzere bizleri bir araya getiren bütün değerlerin tamamına savaş açılmıştır.

BÇG isimli yasadışı örgüt, ordu içi darbeyi gerçekleştirdikten sonra, “dost kuvvetler” ya da “ silahsız kuvvetler” diye isimlendirdiği medya, sivil toplum örgütleri, siyasi kuruluşlar ve akademisyenlerden oluşan darbe işbirlikçisi bir kesimle omuz omuza vererek toplumun her kesimine karşı topyekun bir sosyo-pisikolojik harekât başlatmıştır.