Bir rejimin faşist olarak nitelendirilebilmesi için, öncelikle mevcut rejimin ideolojisinin ırkçı olması ve milletin varlık ve çıkarlarını her şeyin üstünde tutması gerekir. Bu yönüyle halkçılığı da içermeli ve sadece zenginlerin veya işçilerin değil, milletin bütün fertlerinin refahını sağlamayı hedeflemelidir.

Bu hedefe ulaşmak için ise ekonomi üzerinde sıkı bir devlet kontrolü uygulamak, işçi ücretlerinin yeterli olmasını sağlamak, keyfi işten çıkarmaları önlemek, hayat pahalılığının önüne geçmek için fiyat kontrolü uygulamak gibi önlemler uygulamak faşizmin öncelikli politikalarındandır.

Faşizm, sınıflar arasındaki çelişkileri ortadan kaldırmayı da öngörür. Bu yönde devlet eliyle sendikalar kurulur ve işçi ile işveren arasında anlaşma sağlanır. Toplumdaki yoksul ve orta sınıfın ihtiyaçları devlet tarafından karşılanır; örneğin Almanya’da çıkan toprak yasasıyla köylülerin topraklarının ipotek yoluyla ellerinden alınmasının önüne geçilmiş ve fırsatçı sermayenin köylüyü sömürmesi engellenmek istenmiştir.

Bu konuda Türkiye’de benzer uygulamak yapılmak istenmişse de halkın faşizm ilkelerini benimsememesi sonucunda ülke iyice fakirleşmiştir. Öyle ki ülkemiz sanayi devriminin hız kazandığı bir dönemde gelişmek, kalkınmak bir yana dursun; bulunduğu noktadan geriye düşmüştür.

Endüstri ve sanayinin geliştirilmesi yerine ideolojinin öne çıkarılması ve “istiklal mahkemeleri” gibi sert hukuki önlemler ile binlerce insan idam edilmiştir. Haliyle bu durum yöneticilerin halktan iyice kopmasına yol açmıştır.

Almanya’da uygulanan nasyonal sosyalizmde ırkçılık, Türkiye gibi ön plana çıkmıştır. Milliyetçi veya ırkçı fikirlerin benimsenmesi çeşitli ülkelere göre farklılık arz etmektedir. Örneğin İtalyan faşizminde “İtalyan vatandaşlığı” kavramı ön plandayken, Alman nasyonal sosyalizminde ise “Alman kanı taşıma” düşüncesi ön plandadır.

Türkiye’de Alman benzeri kafatasçılık örnekleri olsa da aşırı bir ırkçılık yanında dinsizleştirme politikaları güçlü bir şekilde ortaya çıkmıştır. “Muhtaç olduğun kuvvet damarlarındaki asil kanda mevcuttur” söylemi ile ırkçı bir söylem hala okullarda okutulmaktadır. 12 Eylül 1980 faşist darbesinin lideri Kenan Evren’in halk huzurunda söylediği “bu ilkeleri gençlerin kafasına çakmak” gerekli görülmüştür.

Mussolini’nin doktrininde vatandaşlık kavramı vurgulanırken, Türkiye ve Almanya’daki Hitler’in doktrininde ise kan bağı daha çok vurgulanmaktadır. Kısaca “İtalyan faşizmi milliyetçidir, Türk-Alman nasyonal sosyalizmi ise ırkçıdır” diyerek bu önemli konuya son vermeye çalışalım.

Faşist yönetimlerin başa geçmesi; Türkiye’de padişahlık ve halifeliğin kaldırılması ile, Almanya’da demokrasiyle, İtalya’da hükümdarı tehdit etmekle (Roma Yürüyüşü), İspanya’da ise iç savaşın kazanılmasıyla gerçekleşmiştir.

Tarihe baskıcı rejimler olarak geçen bu yönetimler, ilk yıllarda mevcut oldukları ülke halkının çoğu tarafından desteklenmiştir. 1922’de Mussolini İtalya Kralı tarafından başbakan olarak atanmıştır. Hitler Ocak 1933’te Almanya Cumhurbaşkanı tarafından şansölye (başbakan) olarak görevlendirilmiş Mart 1933’te yapılan seçimlerin sonucunda iktidarda kalmıştır.

Faşist yönetimlerin başta bulunduğu Almanya ve İtalya’da ekonomik, siyasi, askeri, sanatsal, kültürel alanlarda ilerlemeler kaydedilmiş olmakla beraber 2. Dünya Savaşı sonunda bütün bu çalışmalar yok olmuş ve faşist yönetimlerin neredeyse tamamı devrilmiştir.

Türkiye’de ise savaş yıllarında İsmet İnönü, Sovyetler Birliğindeki marksist yönetimi benimsemiş olmakla birlikte, Stalin’in Boğazlar ve Kars-Ardahan gibi toprak talepleri nedeni ile Batı demokrasileri ile ilişkiler kurulmak zorunda kalarak farklı bir yol benimsemiştir. Nitekim 1946 yılında ilk defa çok partili seçim hileli olsa da yapılmış önemli bir hürriyet akımı doğmuştur.

İşte Almanya, İtalya ve İspanya’yı ele geçirerek bütün dünyaya kan, zulüm ve ırkçılık fikrini atan faşistlere ilham kaynağı olan en önemli öncülerinden bir tanesi CHP olmuştur. Ne ilginçtir ki faşizm bütün dünya üzerinde yıkılmış ve olumsuz bir geçmiş ile damgalanırken Türkiye’de devletin resmi ideolojisi olarak hala uygulanmaya devam etmektedir. Bilim adamları ve üniversiteler bu çirkin ve absürt durumu düzeltmek için en küçük bir gayretin içinde dahi bulunmamaktadırlar, vesselam…