Bu yazının aslı Güney Atlantik’te seyrederken 2009 yılında yazılmıştır. Ümit Burnu’nu Batıya doğru aşmış Arjantin’e doğru ilerliyorduk. Bir hayli fırtına yemiştik. Gemimiz boş olduğu ve balast tanklarına aldığımız deniz suyu da yeterli olmadığı için fırtına üzerimizde bir hayli etkili oluyordu. Bütün gemici arkadaşlarım gibi ben de bayağı hırpalanmıştım. Fakat yüke yetişmek zorundaydık. Karayel (Kuzeybatı) rotasına dönüp fırtınanın üzerimizdeki etkisini bir parça azaltabilirdim. Lakin yolumuzu uzattığımız takdirde “laycan” adı verilen yükleme zamanını kaçırmak durumu söz konusu olacaktı. Eğer geciktiğimiz takdirde sefer (charter parti) sözleşmesine uymadığımız için gemi sahibinin zarar görmesine yol açabilirdik. Çarnaçar fırtınada yol almaya devam ettik. Fırtınanın şiddetine rağmen elimde dünyanın en büyük hazinesi Risâle-i Nur Külliyatı vardı. Bol bol “Cevşen” duasından ve Risâle-i Nur eserlerinden okuyordum. Okurken şükür konusu ufkumu açmış derin bir tefekküre vesile olmuştu. “Kâinatın merkezine yapılan seyahat” isimli makalede buna yer vermiştim. Bediüzzaman sık sık insanın şükürle mükellef olduğunu dile getiriyor bu konuda ufkumu açıyordu. İbadetin manasını izah ederken insanın aciz olduğunu hissederek Allah’ın rahmetini aramasından ve namazda secde etmesi gerektiğinden bahsediyordu. Allah’a kul olmanın diğer önemli göstergesi ise hamd ve şükürdür. Nasıl ki, insanda kendisine yapılan bir iyiliğe karşı minnettarlık ve teşekkür etme hissi uyanır. Öyle de bizleri yoktan var ederek vücut, göz, kulak, akıl, kalb, ruh gibi birçok nimetler veren, bu nimetlerin üstüne de insanlık, iman ve İslam gibi çok daha büyük nimetler ihsan eden Cenabı Hakka karşı da insanın içinde bir teşekkür ve minnettarlık hissi uyanmalıdır. İşte insanın kendisine verilen bütün nimetlerden istifade ederken bunun Allah’tan geldiğini bilmesi ve bu nimetlerden Allah’ın istediği şeklide istifade etmesi, arkasından da Allah’a verdiği sonsuz nimetlerinden dolayı hamd ve şükretmesi de insan olmanın güzel bir neticesidir. Çeşitli canlılar içinde en ziyade rızka muhtaç olan varlık insandır. Cenab-ı Hak insanı bütün güzel isimlerine ayna olacak ve bütün rahmet hazinelerinitartacak, tanıyacak cihazlara sahip bir şekilde yaratmıştır. Allah’ın yaratmış olduğu varlıkların ince sanatlarını ölçebilecek cihazlarla insanı donatmıştır. İşte Arzın halifesi olan insan,nihayetsiz bir ihtiyaçla donatılmış maddî ve manevî rızkın her çeşidine muhtaç kılınmıştır. Peki bu kadar mühim cihazlarla donanmış insanı Kuran ifadesine gören güzel surete (ahen-i takvime) çıkaran sır nedir? Bu sır; şükürdür. Şükür olmazsa insan, esfel-i safilîne(en aşağıya) düşer; büyük bir zulüm ve hatayı işlemiş olur. İnsanın şükredebilmesi ve üzerine düşen kulluk vazifesini yapabilmesi için şevke de ihtiyacı vardır. Allah’a karşı olan bütün vazifelerimizde ve bütün amellerimizde bir istek olması lazımdır. Hatta insanın hayatındaki bütün mücadelelerinde ve işlerinde onun atı ve bineği şevktir. Şevk olursa o iş ve eylem devam eder ve lezzet verir. Şevk olmazsa lezzet ve zevk de olmadığı için mecburiyetten yapmak durumu olur. Bu da devam ve istikrarı etkiler. Belli bir zaman sonra o ameli veya vazifeyi terk etme durumu olabilir. Bunun için bütün işlerimizde ve vazifelerimizde bize şevke ihtiyacımız vardır. İşte bu şevk ve gayreti gösteren en önemli eserlerden bir tanesi Bediüzzaman’ın yazdığı Risale-i Nur’dur. Bizlere kulluğun esasını ve ne için kulluk yapmamız gerektiğini harika bir şekilde anlatır. Kulluk şuurunu tam olarak yerleştirir. Onu okuyan kişileri hem kendi kulluğunu yapmak hem de başkalarına da bu kulluk şuurunu vermek gibi diğer iman ve Kur’an hizmetlerine ve vazifelerine sevk eder. Hâlbuki biz insanlar başımıza gelen kötü olayları büyütmeyi, güzel şeyleri ise küçük görmeyi çok severiz. Denizcilerin fırtınalardan şikâyeti gibi küçücük bir musibet dünyamızın altını üstüne getirir. Hâlbuki bize o kadar çok nimet verilmiştir ki, Kör Şeytan; hiçbir zaman bunları düşünmemizi istemez.