Mesela; namazın her rekâtında okunması farz olan “Fatiha” Suresinin başında hamd etmek vardır. Besmele’den sonra daima “Elhamdülillahi” deriz. Bundan da anlaşılacağı gibi “Allah’a şükür etmek” çok önemlidir ve aynı zamanda da boynumuzun borcudur. Zira her şeyden evvel yoktan var edilmişizdir. Allah dileseydi bizi yaratmazdı. Ama varız işte. Demek ki yokluk karanlıklarından bizi çıkarıp var eden Allah’a bir şükür borcumuz var. İkinci olarak Allah bize bir hayat vermiş. Yaşıyoruz. Çevremizde çok büyük cansız varlıklar var. Bazıları kocaman, dağ gibidir. Bazıları ise mini minnacık, elektron mikroskopları bile göremez, atomlar gibi. Koskoca bir yıldız büyüklüğünde bile olsa, hayatı olmadıkları için canlılar bütün bu cansız varlıklardan üstündür. O halde Allah’a şükretmemiz gerekmez mi? Üçüncü olarak bizim hayatımız gelişmiş bir hayat. Bitkiler gibi sabit değil. Bakın ben dünyanın bir ucundan diğer bir ucuna Güney Yarımküreye gidiyorum. Benim gibi hayat sahibi olan varlıklar hareket edebiliyor. Nefes alıp Allah’ın yaratmış olduğu nice güzellikleri görüp koklayabiliyoruz. Denizin bir çeşit zikir sesi olan hışırtısını dinleyebiliyoruz. Her canlı bu özelliklere sahip değil. O halde yeniden Allah’a el açıp şükretmek gerekmiyor mu? Dördüncü olarak; Allah, bizi insan olarak yaratmış. Kur’ân’da “ahsen-i takvim” yani en güzel surette yaratılan canlı olarak, bir başka deyişle insan olduğumuz için Allah’a bir şükür borcumuz yok mudur? Biz bu canı ortadayken ve sahipsiz iken bulmadık. Cenâb-ı Allah bize verdi. İsteseydi vermeyeceği gibi hiç yaratmazdı da. Fakat yerlerin ve gökyüzünün sahiplenemediği bir emanetle “teklif sırrı” ile beraber bizi yeryüzüne gönderdi. Yeryüzünün halifesi kıldı. O halde ne için şükür etmeyeceğiz? Şükürsüzlük aynı zamanda büyük bir nankörlük olmuyor mu? Beşinci olarak; Allah bizi Müslüman olan bir anne ve babanın çocuğu olarak dünyaya getirdi. İsteseydi Afrika’nın balta girmemiş ormanlarında yaşayan bir insanın yavrusu olarak da halk edebilirdi. Veyahut tamamen materyalist felsefe ile yetişmiş bir Avrupalı ailenin veya yüzü hiç gülmemiş bir anne babanın çocuğu olarak da doğabilirdik. Dünyaya sadece hayvan gibi yaşamak için geldiğini zanneden insanlar yerine; Allah’ı ve Peygamberimizi tanıyan bir anne babaya sahip olduğumuz için şükretmemiz gerekmez mi? Altıncı olarak belki de en önemli şükür sebebi olacak olan husus yani Allah; bize iman vermiş. Zira nice Müslüman ana-babanın imansız çocukları oluyor. Sonsuz Cehennemi netice verecek böyle korkunç bir tehlikeden koruyan Rabbimize şükretmemiz gerekmez mi? İman, Cenâb-ı Allah’ın kalbimize verdiği bir nurdur. Allah’tan başka hiçbir şey imanı ve hidayeti veremez. Bize iman nurunu veren Allah’a karşı daima secdede kalsak bile gerekli şükrü yerine getirmiş olamayız. O halde ne duruyoruz. Kalkıp namazımızı kılalım. Bize bu dünyanın en güzel nimetini veren Allah’a hamd edelim. Çok mu zor bir şey mi bu? Hayır, bizim vazifemiz naz değil niyazdır, şükürdür. Yedinci olarak; imanın çok mertebeleri var. Allah’a bize birçok İslam âlimini tanımak ve onlara arkadaş olmak gibi bir nimeti verdiği için ayrıca bir şükür daha yapmamız gerekiyor. Bu noktada bahtiyar insanlardan sayılabiliriz. Dini eserleri okudukça imanın güzellikleri daha çok anlaşılıyor. İşte bize bu fırsatları verdiği için Rabbimize ne kadar çok şükür borcumuz var! Evet, böyle dehşetli bir asırda ve tehlikeli hastalıklara maruz kalmış insanlar arasında dini eserleri tanıyarak iman şuuru vermesinden dolayı Allah’a ne kadar şükretsek, yine de vazifemizi tam olarak yapabilmiş sayılmayız, vesselam…