28 Şubat 1997 Post Modern Darbesinin en önemli aracı başörtüsüdür. Sırf bu yüzden binlerce asker, bürokrat ve çalışan işlerinden atılmıştır. İşte bu dönemde yapılan iğrenç zulümlerin başrol oyuncularından bir tanesi geçenlerde ölen Zekeriya Beyaz’dır. Beyaz’ın rezillikleri saymakla bitmez. Fakat bunlarla ilgilenmeyip FETÖ örgütü ile bağlantılı yönlerini ve deist ilahiyatçı Yaşar Nuri Öztürk’le beraber yediği haltlardan bahsetmek gerekiyor. Zira ben ve eşim gibi binlerce kişinin başörtüsü nedeniyle yaşadığı zorlukların temelinde bu İslam düşmanlarının rolü; çok önemli ve büyüktür. 1990’lı yılların başında Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde başörtüsü sorunu çok azdı. Çünkü eşi başörtülü subay ve astsubay çok azdı. Ayrıca eşi başörtülü askerler genellikle lojmanlarda oturmaz; kiraladıkları evlerde rahat bir şekilde yaşarlardı. Ara sıra orduevlerinde aile ile beraber katılması zorunlu yemekler verilirdi. Fakat eşi başörtülü askerler; ya yalnız gider ya da eşi ile ilgili bir bahane bularak bu sorunun üstesinden gelmeye çalışırlardı. 1990’lı yıllarda bahriyede yaşadığımız asıl sorun: “alkollü içki” içmediğimiz zaman başımıza gelen olaylardı. Konumuza yani “Beyaz’a” dönecek olursak şu hususlar öne çıkıyordu: 1990 Yılında evlenmiş Karamürsel’de bulunan askeri lojmanlara yerleşmiştim. Donanma komutanlığına bağlı savaş gemilerinde silah bölümü subaylığı yapıyordum. Güven Erkaya isimli şahıs Donanma Komutanı olunca başörtüsü konusu gündemin birinci maddesi haline gelmişti. Ne ilginçtir ki; bahriye subayları askerlerin eşlerinin kıyafeti ile ilgilenen amiraller hakkında dalga geçer; “bunlar amiral değil stilist modelist” olmalıymış derlerdi. Hatta sonradan Donanma Komutanı olmuş bir subay, kendisi ile birçok konuda tartışmamıza rağmen “başörtüsü” konusunda Erkaya’nın kural tanımaz çıkışlarından rahatsız olduğunu ifade etmekten çekinmezdi. Şöyle derdi “Ben birlikte çalıştığım personelin görev başarısına ve disiplinine bakarım”. Kısaca asker eşlerinin başörtüsü takması konusunda “ileri geri konuşan kişiler” çoğu subay tarafından kınanırdı. Erkaya, Batı Çalışma Gurubu (BÇG) adı verilen yasadışı fişleme örgütü kurulmasında çok önemli roller üstlenmiştir. Yani “rakıcı amiral” tanımlamasından çok daha önce “gestapo” lakabı vardı. Eşi başörtülü askerlerin fişlenmesi için akıl akmaz işler yapardı. Zira Erkaya için kadın kıyafetleri konusunda “stilist, modelist” demek çok basit kalırdı. ABD’nin Feto ile beraber çevirdiği “başörtüsü kumpasında” çok önemli görevler üstlenmişti. ABD, kendisine bağlı general ve amirallere darbe yaptırmak için Feto ile beraber Zekeriya Beyaz ve Yaşar Nuri Öztürk gibi çok kullanışlı elemanlar da bulmuştu. FETÖ elebaşı Feto “başörtüsü teferruattır” dedikten sonra bu iki ilahiyat fakültesi dekanı da 1500 yıllık İslam fıkhına aykırı olarak “başörtüsü Allah’ın emri değil” diye içindeki gazı boşaltmışlardı. İşte kızılca kıyamet bu dörtlü çete tarafından koparılmıştı. Bahriyede yüz bulan Erkaya sadece deniz kuvvetlerinde değil kara ve hava kuvvetlerinde de bir cadı avı başlatmıştı. Erkaya, BÇG elebaşı olarak çalışırken; Feto yurtdışı genel koordinatörlüğü ve ABD ile ilişkileri yönetiyordu. Beyaz ve Öztürk ise medya ve üniversitelerde her türlü sinsi işleri çeviriyorlardı. Erkaya’nın Donanma Komutanı olarak görev yaptığı dönemde yaşadığım bir olayı anlatırsam bu kişilerin 28 Şubat darbesinde ne derece önemli kişiler olduğunu daha iyi anlayabilirsiniz. Bir gün Gölcük garnizonunda nöbet tutuyordum. Bir astsubayın nöbet listesinde adı geçmemesine rağmen sivil araçları durdurarak kontrol ettiğini gördüm. Hemen duruma müdahale ettim. “Sen kimsin?” diye sorunca bana Donanma Komutanlığında görevli olduğunu söyleyip kimliğini verdi. “Burada ne iş yapıyorsun?” sorusuna ise “size yardımcı oluyorum” diye cevap verdi. “Hadi lan oradan!” dedim “bal gibi askeri hastaneye ve sosyal tesislere giden başörtülü kadınları fişliyorsun” deyince “Efendim ben emir kuluyum, sanki bu işi isteyerek mi yapıyorum” diye ağlamaklı bir şekilde cevap verdi. İşte BÇG sayesinde eşi başörtülü askerlerin fişlenmesi ve başörtüsü konusunda ısrar etmesi sonrasında yasalara aykırı olarak sırası ile ilk aşamada “kontrol altına alınması gereken şahıs” ikinci aşamada “şüpheli” ve üçüncü aşamada da “sakıncalı” kategorilerine alınan toplamda 10 bin asker; silahlı kuvvetlerden ayrılmak zorunda kalmıştı. Bu başörtüsü düşmanı çeteye ABD’nin besleyip semirttiği işadamları dernekleri, basın ve medya kuruluşları, sendikalar, üniversite rektörleri ve son aşamada yargı mensupları dahil oldular. 28 Şubat dönemi öncesi ve sonrasında yaptıkları rezaletler ortadadır. Sorumlularının çok az bir kısmı mahkemeye müracaatımız sayesinde dünyada hesap vermiş hüküm giyerek hapse atılmışlardır. Diğerleri ise hala “paşa paşa gezmekte” bankalardan hortumladıkları haram para ile keyifl erine keyif katmaktadırlar. Öyle ki baş örtülü hanımlara küfreden bir spiker; hala utanmadan milletin karşısında konuşabilmektedir. Yaşadığım bu olayların daha geniş detaylarını “Bahriye’de 15 Yıl” isimli kitabımdan öğrenebilirsiniz. Teselli bulmak için “yaşasın zalimler için Cehennem!” sözünden başka diyecek bir şey bulamıyorum, vesselam…