Zenginliğin üç temel yolu vardır. Bunlar ziraat, ticaret ve profesyonel mesleklerdir. Profesyonel mesleklerden kasıt doktorluk, mühendislik, avukatlık, marangozluk gibi belirli bir sanat ve meslekte uzmanlaşmayı gerektiren işlerdir.

Fakat Osmanlı devletinden aldığımız kötü bir miras ile insanlarımız memurluğu geçim kaynağı ve zenginleşme aracı olarak görmektedir. Halkımızın büyük bir çoğunluğu maişet için devlet kapısına göz dikmekte ve memur olmak için çaba sarf etmektedir. İşte bu nedenle ülke ekonomisi istenildiği gibi hızlı bir şekilde gelişip güçlenememektedir.

Eğer memurluk geçimden ziyade vatana hizmet ve büyük ideallerle yapılırsa o takdirde anlamlıdır ve saygı duyulan bir meslektir. Yok eğer “aç kalmayayım, kimseye karşı muhtaç ve perişan olmayayım!” denilerek yapılıyorsa çok büyük bir yanlışlık ve mantık hatası yapıldığı anlaşılabilir.

Ayrıca bu tutum acizlikten başka bir şey değildir. Zira memur olan insanlar kısa bir müddet sonunda aldıkları maaş ve ücret yetmediği için eşini çalışmaya zorlamaktadır. Bunun sonucunda da evliliklerin neredeyse yarıya yakın bir bölümü boşanma ile sonuçlanmaktadır.

Devletimiz sayısı milyonlarla ifade edilen çalışanlar yüzünden çok hantal bir duruma gelmiştir. Memurlar vatandaşlara hizmet etmesi için maaş alırken önemli bir kısmı “ne yapsam da vatandaşın işini zorlaştırıp engel olsam” mantığı ile hareket etmektedir. Hepimiz devlet dairelerinde kırk dereden su getirten memurlar ile çok karşılaşmışızdır. Bu işe yaramayan memurlar yerine rüşvet almayan bilgisayarlar işe alınsa çok daha yararlı olacaktır. Bu nedenle detaylara girmiyorum.

Dedim ya! Osmanlı’nın kötü mirası olan bu memurluk hevesi çok ileri seviyelere varmıştır. Örneğin bir vatandaşımız kızını evlendireceği zaman memur birisini tercih edecek kadar sakat bir mantıkla hareket etmektedir. Örneğin daha işini yeni kurmaya çalışan bir esnafa veya serbest meslek çalışanına kız vermek yerine fabrikada işçi olarak çalışan veya memurluk yapan birisini tercih etmektedir.

Memur ile evlenen kadınlar da eğer ailesi ekonomik yönden yardım etmiyor ise eşleri tarafından çalışma hayatına katılmaya zorlanmaktadır. İş hayatına atılan kadınları ise yüzlerce sevimsiz ve kötü bir çalışma ortamı beklemektedir. Çocuklarına ve kocasına hizmet etmek yerine hiç tanımadığı ve sevmediği insanların yanında köle gibi çalışmak kadınlık onuruna aykırı bir durumdur.

Çünkü kadına en çok yakışan meslek; anneliktir. Dünyanın en kutsal mesleğidir. Fabrika mamulleri yerine kâinatın en değerli varlığı olan insan yetiştirmektedir. Bir çocuğun saygı ve sevgiyi annesinden başka daha iyi öğreneceği hiçbir öğretmen yoktur.  “Cennet anaların ayağı altındadır” diyen Hazreti Peygamber Aleyhissalatü vesselam, kadınların çalışma hayatı yerine anne olarak yuvasında kalmasını tavsiye etmektedir.

Elbette İslam dininde kadınlara çalışma yasağı yoktur. Hazreti Hatice annemiz kervan sahibi zengin bir kadındı. Muhammedül Emin’e (ASM) kervanlarını emanet etmiş büyük paralar kazanmıştı.

Bununla birlikte bir erkeğin evli olduğu kadını çalışma hayatına girmeye zorlaması İslam dininde yasaklanmıştır. Evin geçim yani maişeti erkeğin üzerindedir. Kadın isterse çalışır isterse çalışmaz. Bunun için kocasının onu zorlaması çok çirkin bir durumdur.

Kocasının vefat etmesi veya sağlık sorunu nedeni ile çalışmak zorunda kalan kadınların durumu ayrıdır. Bu durumda olan kadınların çocuklarının geçimini sağlamak için çalışma hayatına girmesi saygı duyulacak bir durum olup kimsenin itiraz etmeye hakkı olamaz.