Bu vesile ile “Bahriye’de 15 Yıl” ve “Altı Ayda Altı Kıta” ismiyle yayınladığım ve internetten kolayca satın alınabilen kitaplarımdan da bahsetmek istiyorum. Benim yayınladığım kısımlar denizci olarak yaşadığım dönem olan “1980 ile 2017” yılları arasındaki olaylar ve askeri darbe dönemleridir. Cumhuriyetin ilk dönemleri ile ilgili değil de kapalı kapılar ardında kalmış olan bahriyedeki yakın tarih olayları ile alakadardır. Karanlıkta kalmış birçok ilginç olayın içyüzü anlatılmaktadır.

Örneğin; ABD’nin Saratoga isimli uçak gemisinden atılan Sea Sparrow güdümlü mermilerinin Muavenet isimli muhribimizi vurması olayının perde arkası; yaşanmış olaylar referans verilerek izah edilmektedir. Kitabımı okuyanlar basında yayınlandığı gibi bu olayın “kaza” değil; ABD’nin “kasıtlı olarak dost ve müttefik bir ülkeye ait gemiyi kalleşçe vurması” şeklindeki çirkin bir olay olduğunu kolayca anlayacaklardır.

Olayların perde arkasını araştırmak ve gerçekleri resmi tarihin yalanlarına bağlı kalmadan öğrenmek isteyenler işte bu ve benzeri kitaplara bularak öğrenebilirler. Fakat bana ait bu kitaplar kolayca bulunabilir de; Orhan, Kısakürek ve Orbay’ın bahse konu kitaplarını ancak nadir kitapların satıldığı yerlerde bulabilirsiniz. Fakat detaylarını değil de özetini bulmak isteyenler Pazar günleri yayınladığım makalelerden istifade edebilirler. Zira yakın zaman denizcilik tarihini her hafta bir defa internet üzerinden yayınlama imkânı bulmaktayım.

“Bir Bahriyelinin Anıları” kitabını “Mektebi Fünun-u Bahriye-i Şahane” yani Deniz Harp Okulu mezunu Emekli Deniz Kıdemli Albay M. Celalettin Orhan, yazmıştır. 1914 ile 1949 yılları arasında bahriyede iken yaşadığı olayları büyük bir özgüven ve cesaretle kaleme almıştır. Milli mücadele yıllarında Rus limanlarından taşınan silah ve cephane ile ilgili belge sayılabilecek nitelikte önemli bilgiler sunmaktadır.

Kitabı ve yazarını değerli kılan en önemli hususlardan iki tanesi şudur: İlki, Bahriye talebesi iken Celalettin Orhan’ın İstanbul’un işgal edileceğini alkol almış durumdaki bir Fransız subayından haber alarak ilgili makamlara bildirilmesidir. Diğeri ise Cumhurbaşkanı’nın Hamidiye Kruvazörü ile Karadeniz’e yapmış olduğu seyahat ile ilgili kısımlardır. Biz makalemizde ikinci husus üzerinde duracağız…    

Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarında yaşanan bu gemi seyahati sayesinde CHP’li siyasetçiler ve önemli yöneticilerin dünyaya bakış açıları; yaşanan olaylar ile oldukça güzel bir şekilde izah edilmiştir.  Bu olayları okuduktan sonra bazı insanlar “o günün şartları öyle idi, günümüzle mukayese edilmez” diyebilirler. Lakin büyük fotoğrafı görebilmek için bu hatıraların bilinmesi gereklidir.

Osmanlı Devletinde özellikle bahriye zabitlerinin iyi bir eğitim aldıklarını hatta günümüzde aydın olarak geçinen birçok insandan en az bir asır ileride olduğu gerçeği ile yüzleşmek mümkündür. Celalettin Orhan, “Bir Bahriyelinin Anıları” isimli kitabında CHP Genel Başkanı ve onun yakın arkadaşları olan Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ali Çetinkaya ve Sâlih Bozok’u, resmi tarihten farklı olarak kendi gözlemleri ile anlatmaktadır.

CHP Heyetinin Karadeniz seyahati esnasında Hamidiye Kruvazöründe henüz mülazım (teğmen) olan Celalettin, diğer gemi zabitleri ile birlikte konuk ettikleri Bahriye mektebi öğretmeni olan Hamdullah Suphi’den görüşme talep ederler. Subay salonundaki toplantıya diğer milletvekili arkadaşları da katılır. Gemi zabitleri bu toplantıda “üç tarafı denizlere açılan ülkemizin güçlü bir donanmaya ihtiyacı olduğunu” söylerler.

Milletvekilleri tam da o günün politikacılarına uygun karakterde insanlardır. Toplantının bir bölümünde şahıslara olan bağlılıklarını göstermek ve gemi zabitlerinin kendi siyasi partilerine bağlılığını ispatlamak için şu soruyu sorarlar:

“Bahriye demek Rauf (Orbay) demek midir? “ Soruya cevap vermesi için Kitabın yazarı Celalettin’e söz verirler. O da soruya soru ile cevap verir. “Kara ordusu demek Mustafa Kemal demek midir?”

Milletvekilleri “Yoksa bundan şüphe mi duyuyorsunuz” diyerek şahsa olan bağlılıklarını ifade edince aldıkları şu cevapla sarsılırlar: “Şüphe etmiyor bilakis reddediyorum. Kara ordusundaki subay arkadaşlarımı böyle sakim (aşağılık) bir düşünceden tenzih ederim. Silahlı kuvvetler yalnız ve yalnız devletin emrindedir. Hiç birimiz şahısların emrinde olmayacak kadar karakter sahibiyiz"