Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki “imanı taşımak elinde kor ateşi taşımak” kadar zor bir dönem içindeyiz. Ahirzaman fitneleri ile dolu bu asrımızda insanın tek başına imanını muhafaza etmesi ve dindar birisi olarak yaşaması çok müşkülleşmiştir.
Bu zamanda insan ne kadar dindar da olsa dehşetli günahlar karşısında tek başına mücadele edemez. Şeytan, nefis, çevre, iş ortamı, arkadaş ortamı, akraba ortamı, televizyon, internet gibi her türlü araç insanları çoğunlukla İslam dışı bir yaşantıya çağırmaktadır. Bunların tümüyle birden mücadele ederek namazına devam edenlerin sayısı ne yazık ki ülkemizde yüzde 20’lere dahi varamamaktadır.
Namaz kıldığını söyleyen insanların bir kısmı sadece haftada bir kez Cuma namazını kılmakta kandil gecelerinde ibadet ederek sorumluluktan kurtulduğunu zannetmektedir. Halbuki kendini aldatmaktan başka bir şey yapmamaktadır.
Bir gün Cuma hutbesinde imam efendi cemaatler ve tarikatlar hakkında verdi veriştirdi. Öyle ağır sözler söyledi ki dayanamayıp namazdan sonra birkaç dakika görüşmek istediğimi söyledim. Kabul edince de “Hocam bu kadar namazsız insan var çevremizde. Bir de bu kadar sui zan ettiğiniz cemaatler ve tarikatlar olmasa idi halimiz nice olurdu?” diye soru sordum. 
Ahir zaman fitneleri içinde çok dehşetli bir asırda yaşadığımızı bir iki örnekle anlattıktan sonra hocama niçin bu şekilde hutbe okuduğunu sordum. Bana derin bir iç çektikten sonra haklı olduğumu ifade ederek şunları söyledi. Biliyor musun ben filanca tarikattenim. Cemaatler ve tarikatlar olmasa şu andaki durumdan çok daha kötü bir duruma düşeriz diye beni teyit etti.
Evet, insanlar cemaat ortamlarına girince kendi gibi düşünen, maneviyata önem veren çok insanla muhatap olmaktadır. Bu insanların güzel ahlak ve faziletli hallerinden feyiz alarak büyük bir manevi güç alarak elde etmektedirler. Her taraftan koşup gelen günahlara karşı mücadelede bu sayede karşı durabilmektedir. Her gün beş vakit kılmakla yükümlü olduğumuz namazımızdaki istikrarı ancak bu şekilde sağlayabilmektedirler.
Haftanın belirli günlerinde katıldıkları ders ve sohbet ortamları o insanın manevi gücünü arttırarak adeta bataryalarını şarj etmesine sebep olmaktadır. Aksi takdirde günahlara karşı direnç gösterecek enerjiyi bulamamaktadır.
İnsanlar ne kadar dindar ve bilgili olsa dahi kendi çocuğuna dini eğitim vermekte zorlanmaktadır. “Mum dibine ışık vermez” atasözünde olduğu gibi çok değerli insanlar bazen çocuklarına verecekleri dini eğitimde aksülamelle karşılaşabilmektedir. Halbuki cemaatlerin sağladığı ortamlar ve başka çocuklarla beraber aldıkları eğitimi alması daha tesirli olmaktadır. Asr-ı saadet zamanından beri yani 1400 yıldır bu manevi eğitim vazifesini cemaatler ve tarikatler yapmakta ve bu Anadolu insanının Müslüman olmasını sağlamaktadır.