Batı ile dünyanın diğer ülkeleri arasındaki farklılığı sadece kültür ve zekâ seviyesi ile açıklamanın mümkün değildir. Zira bu sayede ırkçı ve emperyalist Batı dünyası “Medeniyetler Çatışması” adı altında çatışmacı anlayışını ispatlamıştır. Bu sözleri ile kendilerini deşifre etmiş iki yüzlü tavırları ortaya çıkmıştır.

Dikkatli bir araştırma yapıldığında; Üçüncü Dünya Ülkelerinde ve eski komünist ülkelerin şehirlerinde, müteşebbis adeta kum gibi çoktur. Bir Ortadoğu çarşısından geçip bir Latin Amerika kasabasında yürüyüş yaparken veya Moskova’da taksiye binerken bir şeyler satmaya çalışan binlerce insanı görmek mümkündür. Bu ülke insanları ayrıca yetenekli ve coşkuludurlar. Neredeyse sıfır denecek bir sermaye ile para kazanma işinde dünyanın hiçbir yerinde rastlanmaz. Modern teknolojiyi kavrama ve kullanmaya son derece ehil olan bu insanları, müteşebbis ruhu olmamakla suçlamak doğru değildir. 

Peki, bu ülke insanları acınacak dilenciler ve işlevsiz kültürlerinin aciz mahpusları değil ise Batıya koşan servet ve sermayenin bu ülkelere gitmemesinin sebebi nedir? 
Bu sorunun cevabını sermayenin etkisi ve kökeni üzerinde durarak cevap arayabiliriz. Batılı ülkelerin ekonomik ve sosyal hayat olarak gelişmelerinin en önemli dinamiği ve sebeplerinden bir tanesinin “sermaye üretme yeteneği” olduğunu görmemiz gerekiyor.

Zira sermaye, işgücünün verimliliğini arttıran ve ulusların servetini arttıran bir önemli bir kuvvettir. Gelişmiş ülkelerdeki ekonomik sistemin can damarı, kalkınmanın temelidir. Ekonomik olarak gelişmemiş ülkeler, kalkınmak için ne denli büyük bir şevk içinde bulunmuş olsalar dahi üretemedikleri en önemli şeylerden birisi, sermayedir. 

Asya, Afrika, Ortadoğu ve Latin Amerika’daki ülkelerde yapılan araştırmalarda kalkınmak için gerekli varlıklara bu ülkelerin sahip oldukları görülmüş en fakir ülkelerde bile yoksul insanların dahi birikim yaptıkları gözlenmiştir. Öyle ki fakir ülkelerdeki birikimin değeri 1945 yılından günümüze kadar almış oldukları dış yardımların toplamının 40 katı olduğu tespit edilmiştir. 

Örneğin Mısır’da fakirlerin biriktirdikleri servet, Süveyş Kanalı ve Assuan Barajı da dâhil olmak üzere bu ülkeye yapılan dış kaynaklı doğrudan yatırımların 55 misline sahiptir. Latin Amerika’nın en fakir ülkesi olan Haiti’de fakir insanların toplam varlıkları, Fransa’dan bağımsızlığını kazandığı 1804 yılından beri yapılan dış kaynaklı yatırımların 150 katından daha fazladır.

İşte sorunu çözmek için basit olarak anlaşılabilen husus; yoksul ülkelerin büyük kaynaklara kusurlu bir biçimde sahip olmalarıdır. Kalkınma hamlelerini bu nedenle yapamamaktadırlar. Evler, işyerleri tapulu olmayan araziler üzerinde inşa edilmiş şirketlerin yükümlülükleri tanımlanmamıştır. İşte ana sorun bu noktada düğümlenmektedir. Düğümü çözmek için yazılarımıza devam edelim…