Mason locaları bu gizli Yahudilerle doludur. Her türlü kirli işi bu locaların gizli mahfellerinde kotarırlar. FETÖ örgütü dahi bunların ellerindedir. Ülkemizin aleyhine olan her türlü işin başında Sabetaycı vardır. Kendilerini gizlemekte çok mahir olan bu dönmeler, İzmir suikastı gibi olaylarda dahi birbirlerini tepeledikleri halde ser verip sır vermezler. 
Kapancı grubuna mensup Sabetaycılar, Karakaşi koluna mensup olan dönmeleri bu olayda olduğu gibi astırdıkları halde tek bir ifşa hareketi ve sesi çıkmamıştır. Daha sonra “zamanı gelince öcümüzü alırız nasılsa” diyerek kin duygularını ayakta tutmayı başarabilen Sabetaycıları anlayabilmek gerçekten çok zordur. 
Onları kinleri ile baş başa bırakıp anlaşılır olan bir hususa değinmek istiyorum. Zira bazı yalın gerçeklerden yola çıkarak nasıl bir dayanışma içinde oldukları ve asla Müslümanlara karşı sır vermediklerini göstermek gerekiyor.  
Tarih övgü ya da sövgü için kullanılan bir bilim dalı olmamalıdır. Hele hele tek bir şahsa bağlı ve o şahsın yazmış olduğu kitaba yani “Nutuk’a” indirgenmemelidir. Çünkü bu yapıldığı takdirde binlerce yıllık koskoca bir millet aşağılanmakta ve küçük düşürülmektedir.
Şu basit kuralı dahi anlamakta çoğu insan aciz kalmıştır. “Galibiyetler ve başarı, milletin malıdır. Mağlubiyetler ise tedbirsizliklerinden dolayı sorumlu komutanlara ve liderlere verilir. Bu sayede milletin gururu incinmez. Geleceğe daha inançlı bir şekilde bakabilir”.
Peki, bizde ne yapılıyor? “Vatanımızı Atatürk kurtardı” nutukları ile beraber milli mücadeledeki galibiyet tek bir şahsa yani M. Kamâl’e indirgeniyor. Savaş süresince yaşanılan başarısızlıklar ve mağlubiyetler ise ordumuza yükleniyor. Bu çok büyük bir hata olup nedense hiç kimse yaşanılan tarihi gerçeklerden ders alıp düzeltmeye çalışmıyor. İşte Almanlar, 2. Dünya savaşındaki mağlubiyeti Führer’e yani Hitler’e mal edip kendi milletlerini temize çıkarıyorlar. Bütün kusur “bu zalim diktatöründür” diyorlar. Keza İtalyanlar da Mussolini’yi öne sürüp milletlerini o büyük mağlubiyetten korumaya çalışıyorlar. Bu sayede başarısızlık ve mağlubiyet küçülüp şahsa indirgenerek, milletin onur ve izzeti muhafaza ediliyor. Başarı ve galibiyette ise durum daha farklıdır. Burada yine millet faktörü devreye girer. Başarı ve muzafferiyet orduya ve dolayısı ile millete verilir. Bunun sonucunda kazanılan başarı küçülmez bilakis daha da büyür adeta bütün bir milletin sayısı kadar geniş bir kitleye yayılır. Örnek olarak yeryüzünde yaşanan en büyük savaşı gösterebiliriz. Evet, 2. Dünya savaşında müttefik orduları komutanı olan General Eisenhower’ı kimse doğru dürüst tanımaz. Galibiyeti de tek bir şahsa indirgemezler. Başarıyı; Almanya-Japonya ve İtalya gibi dünyanın en büyük ordularını yenen Amerikalı, İngiliz, Fransız, Kanadalı ve Avustralyalı halkların tamamına verirler. Bu sayede şeref birçok milletin olup geleceğe daha güvenle bakma imkânı doğmuş olur. Ülkemizde ise durum bunun tam tersinedir. Galibiyet için Kamâl Atatürk ön plana çıkarılır. Adeta tek başına savaşmış gibi “Yurdumuzu kurtardı” diye kutsanmaya çalışılır. İşte sadece bir kitabın başlığından bu durumu çok rahatlıkla görebilirsiniz. 
Kemal Baytaş’ın yayınladığı ve birçok Sabetaycının önsözünde imzasını attığı kitabın başlığı şöyle: “Türkiye Varlığını Atatürk’e Borçludur”. Adeta koskoca bir milleti yok sayan ve “sen olmasaydın olmazdık” diyerek halkımızı aşağılayan bu ifadeler; Sabetaycıların kendi insanlarını nasıl koruyup göklere yükselttiğini açıkça gösteren binlerce eserden sadece bir tanesidir.