Sadece ülkemizde değil dünyanın birçok yerinde afetler ve yangınlar çok arttı. Dünyanın en gelişmiş ülkeleri dahi bu felaketlerden kurtulamıyor. Elbette bunun bir sebebi olmalıdır.


Başımıza gelen afetler, genel ve ülkemizin büyük bir kesimini kapladığından; sebepleri araştırır iken öncelikle yapmış olduğumuz günahlara dikkat çekmek gerekiyor. Çünkü bela ve musibetler umumidir ve herkesi ilgilendirmektedir.
Bu yazıda cehalet ve ihmallerden kaynaklanan sebepler çok fazla ele alınmayacaktır. Zira bu konuda yeteri kadar hatta gereğinden fazla yazı yazılmaktadır. Ayrıca Akdeniz Bölgesinde çok büyük bir alanda meydana gelen orman yangınları sadece bizim ülkemizde olmadı. Neredeyse bütün kuzey yarıküresinde yangınlar çıktı. Öyle ki Yunanistan’da orman yangınları hala devam ediyor.

Keza Kastamonu, Sinop ve Bartın’da son iki günde yağan yağmur, bir yıllık yağmurun 3’te 2’sine karşılık geliyor. Bu üç ilimizde yağmur; yıllık metrekareye 488 kg. düşer iken sadece son iki günde 318 kg. yağmıştır. Bozkurt ilçesinin Mamatlar köyünde ise son iki günde metrekareye 420 kg. yağmur yağmıştır.

Örneğin Bozkurt ilçesindeki derenin akış yolu öyle zannedildiği kadar da dar bir alan değildir. Lakin sel ile gelen su miktarı olağan dışı bir durum göstermiştir. Demek ki mesele nehir yatağına kurulan evler değildir. Bu rakamlar 70-80 yılda bir meydana geldiğine göre işin içinde başka bir iş vardır.

O halde Kur’an ve hadislere müracaat ederek işin aslını öğrenmeye çalışalım. Çünkü herkesi ilgilendiren büyük bir manevi musibet var. Âlemlerin Rabbi olan Allah, bizi bu gibi afetlerle terbiye ediyor.

Daha önceki yazılarımızda değinmeye çalıştığımız gibi göçmenlere karşı bir Müslüman’ın göstermesi gereken tavırları göstermiyoruz. İslam’ın ilk yıllarında Medine’li Ensar gibi davranmayıp Medine’li Yahudiler gibi fenalık etmeye devam ediyoruz. İşin daha kötüsü alnı secdeye değen bir çok vatandaşımız; aynı Alman gavuru gibi vatanını terk ederek gelenlere karşı çirkin davranışlarda bulunuyor.

Biz Türkler asla böyle olmadık. Değil Müslüman; gayrimüslim dahi olsa vatanımıza sığınan muhacirlere kol kanat gerdik. İsveç Kralı ve askerleri örneğinde olduğu gibi geri vermemek için gerekirse savaşa dahi girecek kadar muhacirlere karşı empati yapan bir toplum olduk.

Gel gör ki; ırkçı ve faşist eğitim süzgecinden geçen zamane gençleri, Kur’an’ın emirlerini hiçe sayarak Müslüman göçmenleri kovmaya çalışıyorlar. Hatta bir Macar gazetecinin yaptığı gibi yavrusu kucağında olan bir göçmene çelme takacak kadar iğrençleşebiliyor.

O halde yapılan çirkinliklerin Allah katında ne derece fena bir hareket olduğunu Kur’an ve hadis meallerine göre değerlendirmeye çalışalım. Öncelikle Medineli münafıkların muhacirlere karşı yaptığı muamele konusunda Rabbimiz ne buyuruyor? Bunu dinleyelim:

Münafikun Suresi 7 ile 9. Ayetlerde mealen şöyle buyruluyor: “Onlar, “Allah Resûlü’nün yanında bulunanlara (muhacirlere) bir şey vermeyin ki dağılıp gitsinler” diyenlerdir. Hâlbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat münafıklar (bunu) anlamazlar. Onlar, “And olsun, eğer Medine’ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır” diyorlardı. Hâlbuki asıl üstünlük, ancak Allah’ın, Peygamberinin ve mü’minlerindir. Fakat münafıklar (bunu) bilmezler. Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah’ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir”.

Allah’ın bize verdiği nimetlere karşı şükür içinde olmamız gerekirken; zulmümüzle, isyanımızla gazabı İlahiyi celb ediyoruz. Hadiste var ki: “Hatta deniz dibindeki balıklar dahi günahkar ve zalimlerden şekva ediyorlar ki, onların yüzünden yağmur kesilir, hatta bizim de nafakamız azalır” derler. (Et-Terib ve Terhib, 1:28; Hayatü l-Hayavanü l-Kübra,  1.381)

Bir başka Ayette ise: “Öyle musibetten kaçınız ki, geldiği vakit zalimlere mahsus kalmaz, masumlar ve mazlumlar da içinde yanar.” (Enfal 25). Muhacir ve göçmenlere karşı yapılan zulümler yüzünden bunu yapmayan insanlar dahi yanmakta ve felaketlere maruz kalmaktadır. Çünkü, musibet-i ammeden gelen belalardan masumlar harika bir tarzda, yangın içinde selamette kalsalar, hikmet-i diniye bozulur. Zira din bir imtihan ve tecrübedir. O vakit, Ebu Cehil gibi fenalar, aynen Ebu Bekir-i Sıddık Radıyallahu Anh gibi tasdik ederler. Onun için, musibet-i ammede masumlar da bela çekerler.

Eğer Anadolu’nun bela ve musibetlerden mahfuz kalmasını istiyor isek bir Müslüman’a yakışır şekilde Ensar tavrını takınmak zorundayız. Yok eğer 60 yıldan beri en ağır pis işlerde çalışıp zengin ettiğimiz Alman gavuru gibi “Göçmenler defolun!” diyerek bu insanları kan ve sefalet dolu ülkelerine iade edersek; gelecek belalara şimdiden hazır olmalıyız