Bu durum eşi başörtülü olan subayları ordudan attırmakla nam salmış amirali çok fena şekilde rahatsız etti. Çünkü askerliğin gerektirdiği saygıdan çok uzaklaştığı için kötü bir duruma düşmüştü. Birden, iki dakika önce söylediği sözleri unutmuş gibi namazın öneminden bahsetmeye başladı. Günde beş defa abdest almanın ne kadar güzel bir şey olduğunu anlatıyordu.
Makam odasında bulunan subaylar, birbirimizin yüzüne şaşkın şaşkın bakmaya başlamıştık. Çok geçmeden hepimize görevlerimizde başarılar dileyerek hepimizi uğurladı. Demek ki bazı insanlara söz ile değil fiili duruşla cevap vermek gerekiyordu. İşte kızaktaki bir görevde olmasına rağmen din düşmanlığı sayesinde bir üst rütbeye terfi eden bu amirale gereken dersi sadece bakışlarımızla vermiştik.
O yıllarda yani 28 Şubat 1997 sürecinde dindar insanlara yapılan baskılar inanılmaz derecede ağırlaşmıştı. Sakıncalı subay olduğum için devamlı surette baskı altına alınmaya çalışılıyordum. Fakat asla bir damla içki içmediğim gibi namazlarımı da aksatmadan kılıyor yapılan kanun dışı din düşmanlığına kendimce bu şekilde karşı çıkıyordum.
Asker arkadaşlarıma “rızkı veren Allah’tır” ve “Allah bir kapı kapar bin kapı açar” diyerek moral vermeye ve özellikle de eşi başörtülü olduğu için benim gibi sakıncalı kategorisine alınan arkadaşlarıma destek olmaya çalışıyordum.
Bu yıllarda FETÖ mensupları iyice azıtmış zorla eşlerinin başlarını açtırmaya başlamışlardı. Namaz ve oruç gibi farz ibadetleri terk ettikleri yetmiyormuş gibi ellerinden geldiği kadar alkollü içki içip kendilerini gizlemeye çalışıyorlardı. Elbette en çok benim gibi subaylardan rahatsız oluyorlardı. Çünkü fiili olarak yapılan fenalıklara karşı çıkıyor sözlerimle de bunları aşağılıyordum.
Ne de olsa defalarca sorgulanmış dindar asker olmanın suç olmadığını bilakis en fazla komutanların dine yakın olmalarının gerektiğini yüzlerine söylemiştim. Bir defasında Kurmay Başkanı Albay “Yahu sen ne biçim adamsın! Her ay onlarca subay ordudan atılıyor sen çekinmeden Cuma namazına gidiyorsun” diye bütün arkadaşlarımın içinde beni azarlamıştı.
Yapılan rezaletlerin bini bir paraydı. Ordumuzu savaşma gücünden düşürmek için adeta kampanya düzenlemişlerdi. Karargâhlarda askeri eğitimler yerine şu talimatları görüyorduk:
“Baloya katılım sağlansın, gelmeyenleri tespit edin. Tabur geceleri her hafta sonu düzenlenecek. Kermesler düzenlensin. Her akşam roof barda toplanıp eğlence düzenleyelim. Komutan eşlerinin katılması zorunlu olan danslı geceler düzenleyin. Her subayın yaz kamplarına eşiyle katılmalarını sağlayıp gelmeyenleri tespit edip şüpheli-sakıncalı yapın” diye yasa dışı emirlerle baskı meydana getiriyorlardı.
İşte böylesine ahmakça işler yüzünden ordumuzu Amerikan köpeği Feto’cular ele geçirdi. 15 temmuz’dan sonra general ve amirallerin yarısı FETÖ mensubu diye ordudan atıldı. Harp okulları, akademiler soru çalma ve adice uygulamalar yüzünden FETÖ’nün eline geçtiği için kapatılmak zorunda kalmıştı.
15 Temmuz darbesinde tek tek yakalanarak derdest edilen bu vatan hainleri, yukarıda izah etmeye çalıştığım süreç sonunda ortaya çıkmışlardır. Sivil kaynaklardan temin edilen subay, astsubay ve uzman askerlerimiz orduda görev yapmaya başlayarak yıllarca süren yıkımı durdurmayı başarmışlardır.
İşte Suriye’de zımba gibi çarpışan askerlerimiz var. Milli Suriye ordusunu eğitip donatarak teröristlere dünyayı dar ediyorlar. Rabbim ayaklarına taş değdirmesin, vesselam…