“Meselâ, bazı gafiller, hutbenin Türkçe okunmasını istihsan ediyorlar ki, halkın bilhassa siyasî ahvalden haberleri olsun. Halbuki bu gibi ahval-i siyasiye yalandan, hileden, şeytanî fikirlerden hâli değildir. Hutbe makamı ise, ahkâm-ı İlâhiyenin tebliği için ittihaz edilmiş bir makamdır.” “Sual: Avâm-ı nâs Arabîden haberdar değildir; fehmedemez. Cevap: Avâm-ı nâs, zaruriyat ve müsellemat-ı diniyeye muhtaçtır. Ve hutbe makamı da bu gibi hükümlerin tebliği içindir. Bu hükümler kisve-i Arabiye içinde tafsilen değilse de icmâlen avâm-ı nâsa malûm ve mâruftur. Maahaza, lisan-ı Arapta bulunan şehâmet, yükseklik, meziyet, satvet diğer lisanlarda yoktur.”( Mesnevî-i Nuriye, Hubâb)” “Tâlim-i nazariyattan ziyade, tezkir-i müsellemâta ihtiyaç var. Zaruriyât-ı dinî, müsellemât-ı şer’î, kulûblerde hâsıldır, ihtar ile huzuru, tezkir ile şuuru. Matlup da hâsıl olur. İbare-i Arabî daha ulvî ediyor tezkiri, hem ihtarı. Onun için Cumada hutbe-i Arabiye, zaruriyâtı ihtar, müsellemâtı tezkir, maalkifâye olur onun tarz-ı tezkiri. Nazariyâtı tâlim onda maksud değildir. Hem İslâmın vicdanî simasında şu Arabî ibare bir nakş-ı vahdettir; kabul etmez teksiri.(Sözler, Lemaat.) İşte hutbenin Arapça olmasının hikmetlerinden sadece birkaç tanesini dile getirmeye çalıştık. Salat, savm, tevhid, nübüvvet gibi temel İslami kavramları bilmeyen insanların Müslüman olduklarını beyan etmesi, kendisini kandırmaktan başka bir şey değildir. Gayrimüslimler gibi yaşayıp ölen birisinin imanla dirilmesi mümkün değildir. Unutmayalım ki hadiste “Nasıl yaşarsanız öyle ölür ve nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz” (Aliyyülkârî, Mirkâtü’l-mefâtîh 1/332, 7/375, 8/431) denmektedir. Ruz-i mahşerde Allah’ın huzuruna vardığımızda Rabbim cümlemize rahmet eylesin, vesselam…