Deniz Harp Okulunun yetiştirdiği en önemli şahsiyetlerden bir tanesi Hüseyin Rauf Orbay’dır. Aynı Necip Fazıl Kısakürek gibi devrin baskıcı yöneticileri ile anlaşamadığından dolayı türlü türlü iftira ve suçlamalara maruz kalmıştır. Fakat doğruların bir gün mutlaka ortaya çıkma huyu vardır. İşte bu günkü denizcilik yazımızda Bu büyük denizci ve devlet adamımızdan bahsedeceğiz. Hüseyin Rauf Bey, gerek Osmanlı Devleti gerekse Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde önemli vazifelerde bulunmuş, denizci, asker, siyaset adamı ve mühim bir diplomattır. Ülkemizin savaş ve işgallerle boğuştuğu her dönemde kilit roller üstlenmiştir. Bahriye vekilliği, başbakanlık, milletvekilliği, büyükelçilik gibi önemli görevleri başarı ile yerine getirmiştir. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda ve Misak-ı Milli adı verilen devletimizin temelinde bu zatın emeği ve gayretleri vardır. Bu büyük hizmetlerinden dolayı İngilizlerin işkencesine ve Malta adasına sürgün ile cezalandırılmıştır. Tarihçilerimizin bu büyük devlet adamına karşı duyarsızlığı gerçekten çok ciddi bir kusurdur. Türk milleti ve denizcileri, bu zatı tanımak zorundadır. Çünkü dünya çapında bir şöhreti ve kimseye nasip olmayan askeri başarıları vardır. Cumhuriyet Halk Partisi başkanları ile her konuda anlaşamamış olması bir ayıp değildir. Çünkü kendisi de bir siyaset adamıdır. Cumhuriyetimizin ilk partilerinden olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kurucuları arasında yer almıştır. Umulur ki; Hükümetimiz, Genelkurmay Başkanlığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bu büyük askeri kişilik üzerindeki ambargoları kaldırarak hakkını ve itibarını iade eder. Eğer bu kurumlar Hüseyin Rauf Orbay hakkında gerçekleri yazmayıp iftiralar savurmaya devam ederse çok çirkin ve ayıp bir cürümü işlemiş olacaktır. Zira her vatan evladının bu kahraman denizci ve askeri tanıması gereklidir. Dillere destan olduğu için “Bahriye’de 15 Yıl” isimli kitabımda Rauf Bey’in Hamidiye Kruvazörü Komutanı olarak gerçekleştirdiği harekâta yer vermiş bir çok makalemde bu zatın üstün vasıfl arına değinmiştim. Bütün bunları yok sayıp sadece “Mondros Mütarekesi’ni” Osmanlı Devleti adına imzalamasından dolayı devlet resmi söylemlerinde layık olmadığı sözlerle anılması çok üzücü bir durumdur. Bu ateşkes anlaşması konusunda da bilinmesi gereken çok önemli hususlar vardır. Mondros ateşkesi sürecinde Osmanlı Devletini Mondros’da kimin temsil edeceği sorusuna ilk olarak Adliye Nazırı Hayri Efendi ‘’Hüseyin Rauf Bey’’ ismini vermiştir. Rauf Bey ise diplomasi mesleğinde tecrübeli bir zatın tayini, ordu mensuplarından elverişli birinin de ona yardımcı olarak katılmasını önermiş ve aff ını istemiştir. Ancak Sadrazam İzzet Paşa’nın doğrudan hitabı, padişahın da bir an evvel muharebenin sonlanmasını istemesi ve esir tutulan İngiliz General Towshend’in mütarekeyi müzakere edecek “Heyette Rauf Bey’in bulunmasının faydalı olacağı görüşü” üzerine görevi kabul etmiştir. Bu maksatla 24 Ekim gecesi Peykişevket adlı destroyerle İstanbul’dan Bandırma’ya geçen Osmanlı heyeti üyeleri, buradan trenle İzmir’e, 26 Ekim sabahı Muzaff er adlı römorkörle İzmir’den ayrıldıktan sonra bir İngiliz mayın tarama gemisine geçmişlerdir. Önce Midilli Adası’na, buradan da Liverpool adlı İngiliz kruvazörüyle Limni Adası’nın Mondros Limanı’na ulaşmışlardır. Heyet gece vakti İngiliz Agamemnon zırhlısının güvertesinde Amiral Calthorpe tarafından karşılanmıştır. Fakat saatin geç olduğu ve heyet üyelerinin yorgun olduğu için görüşmeler ertesi sabaha bırakılmıştır. Ertesi sabah, müşavir olarak katılacak olan iki kumandan Amiral Seymur ve Albay Labens ile Binbaşı Dikson, kâtiplikle görevli birkaç genç teğmen gelmiştir. Görüşme öncesi baş başa bir konuşma isteğini Calthorpe kabul etmiştir. Rauf Bey, savaşa girme nedenin asıl olarak “Rus tehlikesi olduğunu, bir ihtilal gerçekleşmişse de Rus tehlikesinin tamamen ortadan kalkmadığını, istiklale dokunacak şartların kabul edilemeyeceğini” diplomatik bir dille iletmiştir. Bir saate yakın sessizce dinledikten sonra Calthorpe, Osmanlı ve İngiliz menfaatlerini korur bir dostluğun yeniden başlaması için elinden geleni yapacağını belirtmiştir. Fakat bir çok İngiliz gibi o da sözünde durmamıştır.