Rauf Bey kendisine uzatılan metni incelediğinde bütün askerlik ve siyasi hayatının en sıkıntılı ve küçük düşürücü anıyla karşı karşıya kaldığını hissetmiştir. Bu metni, millet ve devlet adına imzalamak kendisi için çok zor bir durum olmuştur. Maddeleri okumak için süre istediğinde ise Calthorpe’den “Bu bir teklif değil, karardır” cevabını almıştır. Mevcut durumu Padişah’a ve Bab-ı Ali’ye bildiren Rauf Bey; “evet” cevabı gelince mütarekeyi imzalamıştır. Bundan sonrasındaki mütareke döneminde İstanbul’un en bedbaht adamı da Rauf Bey olmuştur. Zira Mondros’dan dönüşünde gazetelere verdiği “İmzaladığımız mütarekeyle bağımsızlığımız ve saltanat hukuku tümüyle kurtarılmıştır” beyanatı; İngilizlerin sözlerinde durmaması nedeni ile eleştiriye uğramıştır. Osmanlı Hükümetince 12 milyon İngiliz altını karşılığında satın alınan “Sultan Osman, Reşadiye ve Fatih Kruvazörlerini” teslim almak üzere İngiltere’ye gittiğinde de İngilizlerin verdikleri sözlerde durmadığını bizzat görmüştür. İngilizlerin bu çirkin tutumu yerine Rauf Bey’i suçlamak tuhaf ve anlaşılması güç bir durumdur. Ne gariptir ki; 40 gün önce Filistin cephesinde Dördüncü, Yedinci ve Sekizinci Ordu Komutanlarının cepheyi terk edip büyük bir bozguna uğramasına Rauf Bey sebep olmuş gibi çok haksız bir muameleye maruz kalmıştır. Fakat öncelikle Osmanlı paşaları ateşkes anlaşmasının bir an önce imzalamasını Rauf Bey’den istiyorlardı. Mütareke imzalandıktan sonra 13 Kasım 1918 de 55 parçalık düşman filosu, Dolmabahçe önüne demirlemiştir. Bu haksız itham ve suçlamalara değindikten sonra Rauf Bey’in askerlik hayatından küçük bir kesiti anlatalım. Zira bu küçük zaman diliminde dünya denizcilik tarihinin ilk defa gördüğü bir harekâta Rauf Bey imzasını atmıştır. Rauf Bey, 1911 yılında İtalyan-Osmanlı savaşında Trablusgarp’ta ikmal işlerini sağlamak için görev almıştır. Hemen akabinde başlayan Balkan Harbi’nde ise Hamidiye Kruvazörü’ne komutan olarak atanmıştır. 1912-1913 yılları arasında Varna, Dıraç Şinkin baskınları ile Osmanlı devletinin belki de tek başarısına imza atmıştır. Balkan bozgunları sonucunda ortaya çıkan moral çöküntüsüne karşı Osmanlı Deniz Kuvvetlerinin haysiyetini kurtarması neticesinde Rauf Bey’e “Hamidiye Kahramanı” unvanı verilmiş ve harekat sonunda İzmir’de iken rütbesi binbaşılığa yükselmiştir. Çünkü Balkan Harbi, Osmanlı Devleti açısından gafl et, bozgun ve felaket anlamına gelmektedir. Rumeli topraklarının büyük bir kısmı bu savaşta kaybedilmiştir. Balkan Harbi esas olarak karada cereyan etmiş olmasına rağmen Osmanlı donanması kara savaşına yardımcı olacak taktikler geliştirememiştir. Ancak balkan harbinde Hamidiye’nin Harekatı, Erdirne’nin Enver Paşa tarafından geri alınmasından başka tek başarılı harekât olarak tarihe geçmiştir. İşte o günlerde Balkan Harbinin en dehşetli anları yaşanıyordu. 500 Yıl idaremiz altında kalan milletler, daha doğru dürüst orduları bile olmadığı hâlde çapulculardan meydana gelmiş topluluklarla vatanımızı işgal ediyordu. Hatta Bulgarlar, uzun bir kuşatmadan sonra Edirne’yi de düşürmüşlerdi. Bütün bunlara sebep olarak ordunun politikaya karışması, generallerin birbirini ekarte etmek için bilerek orduyu zayıf düşürmesi ve Sabetaycı generallerin ordunun en kilit noktalarını ele geçirmesi en dikkate değer tespitler arasındadır. O Tarihte İttihat Terakki’nin darbeci yöneticileri tam bir diktatörlük kurmuştu. Yunanlılar birer birer bütün Adalar Denizindeki küçük büyük bütün adalarımızı işgal ediyordu. Osmanlı Donanması, Yunan zırhlısı Averof ’un korkusundan Çanakkale’de kilitli kalmış, Adalar Denizine çıkamıyordu. İşte bu acılar yaşanırken Rauf Bey ortaya çıktı. Daha rütbesi yüzbaşı idi. Hamidiye Kruvazörü ile Yunan adalarına saldırmayı ve bu sayede Averof ’u üzerine çekerek adalarda direnen Osmanlı askerlerine, bir parça yardım edeceğini söylemişti. Donanma komutanlığı gerekli izni verdikten sonra gece gizlice Çanakkale’den çıktı. Daha Yunan Donanması ne olduğunu anlamadan Şıra Adasındaki cephaneliklerinin infilâk ettiğini gördü. Değil sadece Averof, belki bütün Yunan donanması Hamidiye Zırhlımızın üzerine gönderilmişti.