Türkiye’nin ve gelişmekte olan ülkelerin en ciddi problemlerinden bir tanesi kişi başına yıllık gelirin 10 bin dolar civarında saplanıp kalması ile ifade edilen “Orta Gelir Tuzağıdır”. Ne yazık ki ekonomik veriler ülkemizin tam da bu tuzağın içine düştüğünü göstermektedir. Son yıllarda ekonomide patinaj yaparak bir türlü üretimi ve kişi başına düşen geliri arttıramadığımız acı bir gerçektir. Gerekli yapısal tedbirler almak yerine günü kurtarmak adına gerçekleştirilen ekonomik politikalar ile bu sonucun doğacağını daha önceki yazılarımızda söylemiştik. Dikkate alınmadığı gibi serbest ekonomi politikası yerine gittikçe derinleşen devletçi ekonomik tedbirler ile daha da kötüye gidiyoruz. Herkesin devlet kapısına göz dikmesi ve girişimcilik ruhunun yara alması ekonomide tıkanma yaşamamızın en önemli nedenlerinden bir tanesidir. Aslında önerdiğimiz yöntem; neredeyse bütün aklı başında ekonomistlerin “olmazsa olmaz” dedikleri kayıtdışılığın ortadan kaldırılmasıdır. Bu sayede sermaye üretme yeteneği artacak hem insanlar hem de gelişmekte olan ülkeler rahat bir nefes alarak zengin ülkeler arasındaki yerini alacaktır. Kısaca çözüm karmaşık değil oldukça basittir. Bunun önemini idrak etmek alınacak yolun yarısıdır. Nasıl ki hastalığın teşhisi tedavinin yarısıdır; öyle de orta gelir tuzağından kurtulmanın en önemli aşaması kayıtdışılığın önlenmesinde yatmaktadır. Bu arada peşinen söylemek gerekir ki bu önerilen yöntem; günü kurtarmak adına yapılması gereken işlerden değildir. Başarılı bir şekilde uygulandığı takdirde en az iki-üç yıl sonrasında olumlu sonuç verecek yapısal değişikliklerin başında gelmektedir. Devletimiz “imar barışı” adı altında çok önemli bir uygulamayı başlatarak kayıtdışılığın ne derece zararlı olduğunun farkında olduğunu göstermiş oldu. 10 milyondan fazla vatandaşımız devletle ihtilaflı olduğu için sahip olduğu varlıkların gerçek kıymetlerinden yararlanamıyordu. Şimdi bu kanun sayesinde yıllardır biriktirdiği küçük yatırımlarla edindiği mülklere gerçek değeri ile sahip olma yolu açılmış oldu. Devletimiz de ruhsatsız yapılardan dolayı kaybetmiş olduğu vergi gelirlerini bütçeye kazandırma imkanı bulmuştur. İşte bu çalışmalar devam ederken görülen şudur ki; devlet ile vatandaş arasında tam da “kazan-kazan” olarak ifade edilebilecek bir süreç yaşanmaktadır. Kişilerin varlıkları değer kazandıkça bu edinilmiş mülkler; ülke ekonomisinede yansımakta ve kişi başına geliri arttırıcı etki göstermektedir. Devletle iş yaparak rant elde etmek yerine, kendi alın teri ile edinmiş olduğu tasarrufları yatırıma dönüştürme hamlesi ülkemizin yapması gereken en önemli işlerin başında gelmektedir. Unutmamak gerekir ki; Batılı ülkeler gelişmesini devlet eli ile değil şahsi teşebbüs ve girişimcilik sayesinde başarmışlardır. Bu nedenle Amerikayı yeniden keşfetmek yerine; girişimciliğin önünü açacak ve şahsi teşebbüsü güçlü kılacak tedbirleri almak ekonomi politikalarının en önemli icraatı olmak zorundadır. Serbest piyasa ekonomisinden taviz vermeden devleti küçültüp vatandaşları iş ve aş sahibi yapmak lazımdır. Yazının bundan sonraki bölümü söylediğimiz yapısal reformların neden ve nasıl gerçekleşeceğini izah etmektedir. Bölük pörçük olmaması için tarihsel bir perspektif içerisinde tek bir yazıda ifade edilmektedir. Bu nedenle makalenin uzunluğunu şimdiden hatırlatarak detaylarını arz etmeye çalışayım.