Celal Derviş, İstanbul’da hukuk öğrenimi yapmış, ufku genişlemiş, bu eski geleneklerin gereksizliğini anlamış bir adamdı. Zaten İstanbul’a göçtükten sonra Dönme topluluğunda sarsıntılar başlamıştı. Kast, birliğini az çok yitirmişti. Şimdi Türklere karışmağa karar vermeleri, kastın kabuğunu kıracak ve bu topluluğun tamamını bozacaktı.

Görüşmemizden bir hafta sonra, Celal Derviş, beni evine yemeğe davet etti. Ben, görücüye çıkmış bir kız durumundaydım. İleride hayat arkadaşım olacak kızla ilk defa o gün tanıştım. Önce fotoğrafını bile görmemiştim. O gün beraber yemek yedik. Bu, bir biçim nişanlanma sayıldı. O günden sonra haftada bir gün ziyaretlerine giderdim. Fakat bizi yalnız bırakmazlardı. Yanımıza mutlaka aileden bir kadın takarlardı. Benim bir Dönme kızıyla evlenmek üzere bulunduğumu İttihad ve Terakki Genel Merkez Komitesine duyurmuşlar. Bir gün bu komitenin ünlü üyesi sayılan Doktor Nazım beni çağırdı. Tebrik etti. Yaptığım işin önemini bilip bilmediğimi sordu:

- Sen belki farkında değilsin, dedi, fakat yüzyıllardan beri birbirine yan bakan iki toplumun birleşip kaynaşmasına yol açıyorsun. Dönmelik kastına ölüm yumruğu indiriyorsun. Biz bu olayı gereği gibi değerlendirmeli ve Türklerle Dönmelerin birleşmesini bu vesile ile kutlamalıyız. Bunu milli ve tarihi bir olay gibi değerlendirmek gerek.

Şaşırdım.

- Yani ne yapalım, efendim, dedim.

- Yani, nikâhınızı biz kıyacağız. İşi gazetelere duyuracağız. Bu nikâhı bir aile olayından çıkarıp milli olay haline getireceğiz.

Nikâhımız Şehzadebaşında Suphi Paşa Konağında yapıldı. O vakit yalnız dini nikâhı yapılırdı. Nikâhı bir hoca kıyardı. Nikâh sırasında dahi kızla erkek yanyana gelmezlerdi. Nikâh için her iki taraf kendilerine birer vekil seçerlerdi. Bizim nikâhımızda da kız tarafının vekili ve zamanın Başbakanı İttihat ve Terakki’nin en nüfuzlu adamı Talat Paşa idi. Benim vekilliğimi de Atatürk’ün dışişleri bakanlığını yapan Tevfik Rüştü Aras üzerine almıştı. İttihat ve Terakkinin belli başlı kodamanları da nikahta hazır bulunuyorlardı. Kız harem dairesinde, ben erkeklerin yanındaydım. Talat Paşa gülerek ve şakalaşarak,

-Biz kızımızı bedava vermeyiz, bin lira isteriz, dedi.

O vakit nikâh için böyle bir ağırlık, para, vaat etmek adetti. Bana sordular:

-Kız tarafı bin lira istiyor ne dersin?

O dakikada cebimde 10 lira bile yoktu. Bütün nikâh masrafını ittihatçılar görmüşlerdi. Bol keseden ‘veririm’ dedim. İmam, duasını okudu. Bizleri tebrik ettiler. Lokumlar yenildi, resmen nikâhlanmış olduk. Ertesi gün bütün gazeteler bu haberi önemle verdiler. O günden sonra bizim evlenmemiz ‘Dönme’ toplumu arasında bir örnek oldu. Arkamızdan kız-erkek Türklerle evlenenler çoğaldı. Ve böylelikle dönmelik kastı yıkılıp tarihe karıştı”.

İşte kitapta geçen “dönmelik gerçekten tarihe karıştı mı?” sorusuna cevap vermek için çok sayıda çalışma yapılması gerekiyor.

Üsküdar Bağlarbaşındaki dönme mezarlığında acaba kimler yatıyor? Müslümanlar mı? Haşa... Hıristiyanlar mı? Olamaz? Yahudiler mi? Kafalarını kesseniz yatmazlar orada! O halde kimler yatıyor ve kimler gömülüyor bu mezarlığa?

Bunun gibi çok sayıda soruya hala ikna edici cevaplar verilememiştir. Çünkü Sabetaycılar arasında bilgi sızdırmak çok ağır bir suçtur. Özellikle Müslümanlara her ne suretle olsun bilgi verilmemelidir.

Kitabın içeriği; Sabetaycılar hakkında oldukça önemli bilgiyi verirken birçok konuda ise sınırlıdır. Çünkü yazar dâhil birçok araştırmacıda aile sırlarını açıklayacak bilgi ve belge yoktur. Bunlar hala çok sıkı bir biçimde saklanmaktadır. Fakat gözü pek ve gerçeklerin peşinde koşan araştırmacıları hiçbir güçlük yıldıramaz, vesselam…