Çünkü sen kendini idare edemezsin. O yük ağırdır; kendi başına muhafaza edemezsin, belâlardan sakınıp ihtiyaçlarını yerine getiremezsin. Boşu boşuna ızdırap çekmeye gerek yoktur. Mülkü gerçek sahibi olan Allah’a ver. Zira O Malik’tir hem Kadîr’dir hem de Rahîm’dir. Kudretine dayan; rahmetini ittiham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safâyı bul. Dehşet aldığın zaman, Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi “Mevlâ görelim neyler; Neylerse güzel eyler” de, pencerelerden seyret, içlerine girme. Hamd ve senâ, medih ve minnet O’na mahsus ve O’na lâyıktır. Bütün nimetler O’nundur ve O’nun hazinesinden çıkar. Hazine ise daimîdir. Rahmet hazinesi tükenmez. Ve lezzetlerin sona ereceğini düşünüp üzülmeye gerek yoktur. Çünkü Allah’ın rahmeti sınırsızdır. Biri gitse arkasından diğeri gelir. Hayatı veren ve çeşitli rızıklarla idame eden de Allah’dır. Hayatın yüksek gayeleri O’na aittir ve mühim neticeleri Ona bakar. O hal de hayatın ağır işlerini omuzuna alıp zahmet çekmeye gerek yoktur. İnsan vazifesini dikkatle ve istikametle yaptığı vakit; yani namazını kılıp orucunu tuttuğu zaman, sonsuz bir hayatta mutlu olup saadete ulaşır. Ölümü veren de Allah’tır. Hastalıklar ve ölüme sebep gibi görünen olaylar bir perdedir. Mevti veren O’dur. Hayat vazifesinden terhis eder, fâni dünyadan yerini değiştirir sonsuz bir hayata gönderir. Ölüm; idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, sönmek değil, sonsuz bir ayrılık , ve tesadüf değildir. Rahîm olan Allah’ın bir icraatıdır. Ebedi saadete ve asli vatanımıza bir yolculuktur. Aynı askerlerin terhis edilmesi gibi gerçek hayatımız için bir geçiş kapısıdır. Allah; ezelî ve ebedîdir. O’na kusur arız olamaz. Sevdiklerimizden ayrıldığımızda bizi yeniden kavuşturacak olan Allah bakidir. Madem Allah var ve bâkidir; başkaları ne olursa olsun, merak etmeye değmez. Madem O var, her şey vardır. Her hayırlı iş Allah’ın elindedir. Her yaptığımız iyilikler ve güzel işler, yanında kaydedilir. Öldüğümüz zaman; “Eyvah, malımız harap olup çalışmalarımız hebâ oldu. Şu güzel ve geniş dünyadan gidip dar bir toprağa girdik” demeye gerek yoktur. Çünkü her şeyimiz muhafaza ediliyor. Her amelimiz yazılmıştır. Her hizmetimiz kaydedilmiştir. Hizmetimizin mükâfâtını verecek ve her hayır elinde ve her hayrı yapabilecek olan Allah; bizleri celb edip yeraltında muvakkaten durdurur, sonra huzuruna aldırır. Ne mutlu iman ile yaşayıp ölenlere ki; hizmetini ve vazifesini bitirmiştir. Zahmeti bitmiş; rahata ve rahmete gitmiştir. Hizmet, meşakkat bitmiş; ücret vakti gelmiştir. Allah; Vâhiddir, Ehaddir. Herşeye kàdirdir. Hiçbir şey Ona ağır gelmez. Bir baharı halk etmek, bir çiçek kadar O’na kolaydır. Cenneti halk etmek, bir bahar kadar O’na rahattır. Her günde, her senede, her asırda yeniden yeniye icat ettiği hadsiz sanatlı mahluklar, nihayetsiz kudretine nihayetsiz lisanlarla şehadet ederler. İşte ey insan! Yaptığın hizmet, ettiğin ubûdiyet boşu boşuna gitmez. Bir mükâfat yeri ve saadet mahalli senin için hazırlanmıştır. Senin şu fâni dünyana bedel, bâki bir Cennet seni bekler. İbadet ettiğin ve tanıdığın Hâlık-ı Zülcelâlin vaadine iman ve itimad et. O’nun vaadinden dönmek mümkün değildir. Kudretinde hiçbir cihetle noksaniyet yoktur. İşlerine acizlik müdahale edemez. Mülkünden bir şey eksilmez. Senin küçük bahçeni halk ettiği gibi, Cenneti dahi senin için halk edebilir ve halk etmiş ve sana vaad etmiş. Ve vaad ettiği için, elbette seni onun içine alacak. Hem madem, eserlerinin şehadetiyle, bütün kemâlât O’nun nihayetsiz kemâline delâlet ve şehadet eder. Ve hiçbir cihette naks ve kusur Onda yoktur. Hem madem vaadinden dönmek ve aldatmak, en çirkin bir haslet ve naks ve kusurdur. Elbette ve elbette, o Kadîr-i Zülcelâl, O Hakîm-i Zülkemâl, o Rahîm-i Zülcemâl, vaadini yerine getirecek, saadet-i ebediye kapısını açacak, Âdem babamızın asli vatanı olan Cennete; bütün imanlı insanları sokacaktır, vesselam…