Gerçek, elemsiz bir lezzet ve huzur sadece Allah’a imanda bulunur. Bundan gayrı ne varsa hepsi boştur, geçicidir ve kaybolup giderler.

Peki! Bu kadar kesin ve açık bir şekilde konuşmak kolay mıdır? Gerçek huzur ve lezzet nedir? Veya elemsiz lezzet olur mu? Her insan bu yalın soruları çok defa hem kendine hem başkalarına sormaktadır. Özellikle bir yakını vefat ettiğinde veya mezarın yakınına geldiğinde, istese de istemese de akıl ve kalp bunları sorgulamaya başlar. Eğer makul bir cevap bulamaz ise derhal düşüncelerini bu sorulardan uzaklaştırmak üzere oyun ve oyalanmaya girişir. Bunu da beceremez ise bir kısım insanın yaptığı gibi beynini uyuşturacak şekilde alkol ve uyuşturucuya kaçmaya çalışır.

“Din afyondur” diyen Marx ve onun felsefesini esas tutanlar bilseler ki; insanın en temel ve basit sorularının cevabı sadece dinde bulunur; böylesine cahilce bir sözü söylemezlerdi. Zira ölüm gerçeği karşısında tıp ilmi veya felsefe öğretileri, cevap veremezler. O halde deve kuşunun yaptığı gibi avcıyı görünce başını kuma gömme budalalığından kurtulmak gerekiyor. Merdane, erkekçe davranıp korkup kaçmadan bu ölüm denilen olayın içyüzünü öğrenmeye çalışmak lazımdır. Sonra da gerçek bir lezzet ve huzur nasıl bulunacak buna bakabiliriz.

O halde önce her canlının gözü önünde duran şu ölüme ciddi bir şekilde bakalım. Kutsal kitaplar ve felsefe hocaları bunun hakkında ne söylüyorlar?

Genel olarak üç görüş ortaya çıkmaktadır. İlk ikisi felsefecilerden geliyor. Birincisi diyor ki; “ölüm bir hiçliktir, yok oluştur”. Genellikle materyalistler yani hayatın maddeden ibaret olduğunu düşünenler böyle cevap verirler.

İkinci görüş ise ruha inanan fakat öldükten sonra dirilmeye inanmayan kişilerden gelir. Derler ki; ölüm ve sonrasında insanların atıldıkları kabir, aynı müebbet hapis cezasına atılan mahkûmlar gibi karanlık ve böcekler ile dolu bir işkence odasıdır. Kıyamet kopsa dünya yıkılsa bile; ruhumuz bu hücrede kapalı kalıp duracaktır.

Üçüncü görüş ise Allah’a ve elçisi Hazreti Muhammed’e (asm) iman etmiş insanoğlu insanlara aittir. Derler ki; ölüm, daha güzel ve sonsuz bir dünyaya gitmek için bir müddet ruhumuzun yaşayacağı bir çeşit bekleme salonudur.

İlk iki görüşe sahip olanların hayattan lezzet almaları ve mutlu bir şekilde yaşamaları, kendi ifadelerine göre dahi mümkün değildir. Sarhoşlar gibi veya akıl hastalarına benzer şekilde oyun ve eğlencelerle geçirilmesi gereken 80 veya 100 senelik acı ve ızdırap dolu bir hayat önlerinde durmaktadır. Ellerine ne kadar büyük servetler geçse veya çok büyük makamlara ulaşıp insanların gözünde büyük bir lider dahi olsalar; ölüm gelip hepsini birden elinden alıp yok etmektedir. Mezarlar “asla vazgeçilmez derecede büyük” zannettiğimiz insanlarla doludur. Çoğu kişi bunlara arkasını dönüp bakmaz bile…

Materyalist veya maddeden başka ruha da inanan felsefecilerin gittiği iki yoldan başka bir “üçüncü seçenek daha var” demiştik. İşte, Kur’an ve Allah’ın elçileri vasıtası ile gönderdiği mesajlar, hayatın böylesine acı ve ızdırap olmadığını; bilakis huzur ve mutluluk getirdiğini göstermektedir. Çünkü öldükten sonra yeniden dirilmeye yani sonsuz bir ahiret yurduna inanan insanlar, çok büyük haksızlıklara hatta zulümlere dahi uğrasalar, en nihayetinde gerçek adalet sahibi olan Allah’ın huzurunda; bu kötülüklerin karşılıksız kalmayacağını bilirler. Daha da güzeli ise sonsuz ve ebedi bir gençliğin bulunduğu cennet gibi bir mükâfat kazacağını düşünürler. Hatta cennetten daha güzel olan Allah’ı görmek gibi bir şeref ile taçlanacaklarına iman ederler.

Üçüncü yol yani Allah’a iman etmenin insana kazandırdığı güzellikleri binlerce peygamber bize müjdelemiştir. Kur’an’da en önemli peygamberlerden sadece 25’inin ismini biliyoruz. Bu konuda milyonlarca büyük âlim, asfiya ve veli insanlar da aynı noktaya parmak basmaktadırlar. Ağızlarından hiçbir yalan çıkmamış ve sadece gördüklerini söyleyen bu insanlara inanmak yerine; materyalistleri veya dinsiz felsefecileri dinleyenlere ise ne söylense azdır. Allah, bütün okuyucularımı ve yakınlarımı, böylesine acı ve kederle dolu bir hayattan muhafaza etsin.

Demek ki; huzur ve mutluluk için Allah’a imandan başka bir yol yoktur. Peki, elemsiz lezzet olur mu? Her şeyin yıkılıp gittiği, öldüğü, elimizde kalmadığı bir dünya da; elemsiz bir lezzet veya huzur bulunabilir mi?

Evet, dünyada da bulunur ve mümkündür. Zira sevdiğimiz her insan, anne ve babamız, çocuklarımız, malımız, mülkümüz; bir müddet için ayrılsak bile yeniden hem de mükemmel bir şekilde bize verilecektir. Ölüp gitmeleri sonsuza kadar değildir. Elemsiz bir lezzet veya mutluluk için tek bir şart vardır. O da Allah’ı sevmek ve O’na dayanmaktır. Çünkü Allah, bakidir, sonsuzdur, merhameti nihayetsizdir. Annelerdeki şefkat dahi Allah’ın şefkati yanında denizdeki bir damladan ibarettir.

Kıssadan hisse bu olmak gerektir ki; her şeyin başı imandır. Yaratılışın en yüksek gayesi ve insan fıtratının en yüce neticesi, Allah’ı bilmektir. İnsanın ulaşabileceği en yüksek mertebe ve makam budur. İnsanın en parlak saadeti ve en tatlı nimeti ise Allah sevgisidir. Bütün insanlar için en saf huzur, sürur, sevinç ve mutluluk ise Allah sevgisi içinde bulunan ruhani lezzetlerdir, vesselam…