Mehmet Nuri Güleç ve kendi aramızdaki ismi ile Fırncı Ağabeyimiz ruhunu Rahman’a teslim eyledi. Aramızdan ayrıldı diyemiyorum çünkü gönlümüzün hala en güzel köşelerinde yerini muhafaza ediyor.

Fırıncı Ağabeyim ile tanışmamız 1980’li yıllara varır. Fatih Kıztaşı semtinde adına “Nurtaşı” dediğimiz bir medresemiz vardı. Burada kalırdı. Daha sonra evlenince çok yakınındaki bir eve taşındı. Lakin kendisini daima ziyaret eder sohbetlerine katılırdım.

Bediüzzaman’ın eserlerinin neşredilmesinde çok büyük emeği geçmişti. Fakat onun en önemli yönü Bediüzzaman’ın İstanbul’a geldiği bir dönemde kira ile babasının evinde kalmasıydı. Fakat kendisi bu durumu hiçbir zaman öne çıkarmazdı. Lakin Bediüzzaman ve onun yakın arkadaşları ile ilgili hatıralarını daima anlatırdı. Türkiye’nin yakın tarihi ile ilgili olarak kendisinden o kadar çok şey öğrendim ki; bunları yazıp söylemekten acizim.

Fırıncı Ağabey çok mütevazi ve güler yüzlü bir zat idi. Kimseyi kırmadan konuşur yanlış anlamalara yol açmamak için fevkalade güzel bir üslup ile sohbet ederdi. Tam bir İstanbul beyefendisiydi.

“Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların emin olduğu kişidir. Muhacir de Allah’ın yasakladıklarını terk edendir.” (Buhârî, Îman 4, 5, Rikak 26; Müslim, Îman 64-65) hadisinde geçtiği gibi yanında bulunmaktan asla rahatsızlık duymayacağınız bir insandı. Yanlış bir söz etseniz dahi onu güzelce düzeltip sizi incitmeyecek şekilde açıklardı.

Olur ki kendisinin yaptığı çok önemli bir iş gündeme gelince hemen bu durumu kendi aleyhine çevirmeye çalışır mütevazi haline leke düşürmemeye çalışırdı. Böyle anlarda çoğu zaman hoş fıkralar araya sokarak kendisinin bir talebe olduğunu nazara verirdi. Liderlik, yöneticilik, gibi işlerden çok sıkılır “ben fırıncı çırağıyım” derdi. Yani “tabi olunan” kişi değil de “tabi olan” kişi olmaya çalışırdı.

Bir hatırasında Bediüzzaman’ın şöyle güzel bir iltifatını anlatmıştı.

Bediüzzaman “ne güzel ekmek pişirerek insanlara çok faydalı bir işte çalışıyorsunuz” demiş. Fırıncı ağabey de ekmeğin önemini ve halkın beslenmedeki rolünü bildiği için şöyle cevap vermiş:

“Üstadım biz fırıncıyız ama sadece simit çıkarıp satıyoruz”

Karşılık olarak “bu işin de ekmek çıkarmaktan farklı olmadığını namaz kıldığı takdirde her insanın yaptığı dünya işlerinden aynı ibadet gibi hayır ve sevap kazanacağını” söylemiş.

Eğer yaşamış olduğu hatıraları tek tek anlatmaya kalkışsak sayfalar sürer. Bu nedenle kısa kesip kendimle olan hatıramı arz edeyim:

Fırıncı Ağabey beni gördüğünde “Sen Bediüzzaman’ın kullandığı üç kelimeden 300 sayfalık kitap yazmışsın” diyerek benimle latife ederdi. Gerçekten de Bediüzzaman Said Nursi’nin Mektubat isimli eserinde geçen ve gelecek zaman için öngördüğü “Malikiyet ve Serbestiyet Devri” ile alakalı bir doktora tezi yazmış daha sonra bunu kitap olarak bastırmıştım. İlgilenenler için söyleyeyim; bu kitabı internet üzerinden almak mümkündür. İsmini yazmanız kafidir, arama motorları size nereden nasıl temin edeceğinizi kolaylıkla gösterecektir. Diğer bir konu ise “Süfyaniyetin Dördüncü Rüknü Feto’dur” diyerek bir çok kişiyi ikna etmeye çalıştığım bir dönemde bana bu zatın çok tehlikeli birisi olduğunu ifade etmesidir. Birkaç defa “falanca kişi de aynı senin gibi düşünüyor” diyerek bu konuda destek olurdu. Allah rahmet eylesin, makamını pürnur eylesin. Rabbim cümlemize hidayet üzere yaşamayı ve imanla kabre girmeyi nasip etsin. Ahirete irtihal eden Fırıncı Ağabeyimiz yerine nice kahraman zatları bu vatana göndermesini Rahim olan Rabbimden niyaz ederim, vesselam…