Eğer akılcı davranıp uluslar arası kamuoyuna ülkemizin imajını zedeleyici bir durum yaşatmak istemiyor isek yapacak çok önemli işlerimiz vardır. Nitekim Boğazlar Tüzüğü ve Gemi Trafik Sistemini (VTS) yürürlüğe sokarak başta Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO) ve saygın denizcilik otoritelerinin desteğini almış durumdayız.

Başlangıçta Rusya ve yandaşı devletlerin büyük baskısına rağmen Türk Boğazlarında meydana gelen kaza sayıları azalmış ve güvenli seyir imkânı geliştirilmiştir. Şu anda karşı çıkan devletler de dâhil olmak üzere yapılan uygulamalardan herkes memnundur.

Fakat bu durum yani yapılan düzenlemeler ve teknolojik yatırımlar yeterli değildir. Hala Montrö’nün dayattığı “serbest ve ücretsiz” geçiş devam etmektedir. Süveyş kanalında meydana gelen kaza veya sabotaj durumuna karşı “nasıl bir çözüm bulabiliriz?”sorusu boşlukta kalmaktadır.

Evet, çözüm basittir. Kanal İstanbul sayesinde alternatif bir suyolu inşa edilerek Türk Boğazlarının herhangi bir nedenle isteğimiz dışında kapatılması önlenebilecektir. Ayrıca emniyetli seyir imkânı ve beklemeden geçiş sayesinde önemli sayılabilecek ücret alınabilecektir.

Meseleyi sırf güvenlik ve ekonomik nedenlerle izah etmek çok yanlıştır. Bunlardan daha önemlisi Türk Boğazları vatanın bir parçasıdır ve buradaki egemenlik haklarımızın pekiştirilmesi gereklidir.

Kanal İstanbul sayesinde Montrö Anlaşması çöpe atılacak bütün gemilerden geçiş ücreti alınabileceği gibi ülke güvenliği de önemli bir ölçüde sağlanacaktır. Boğazlarda meydana gelebilecek sabotaj riski azaltılarak ülkemizin can damarı sayılabilecek bu geçişler daima açık kalabilecektir.

Kanal İstanbul’u bir siyasi malzeme olarak değil ülke menfaatlerimiz ve egemenlik haklarımız açısından tartışmalıyız. Bu önemli denizcilik yatırımını kısır siyasi çekişmelere kurban etmemeliyiz.

Kanal İstanbul’u reddetmek yerine hep birlikte “daha iyisini nasıl yapabiliriz” sorusunu cevaplandırmamız gerekiyor. Örneğin Kanal İstanbul’dan başka Sakarya nehri havzasından yararlanarak Karadeniz’i İzmit Körfezine bağlamak için kafa yormalıyız.

Kanal İstanbul’dan başka Saroz körfezinde açılacak bir kanalı tartışmalıyız. Çok az bir masraf ile güvenli seyir geçişi ve ülkemiz için gelir getirecek yolları araştırmak bu vatanda yaşayan her insanın bir görevi olmalıdır.

Şimdi yeniden şu ihanet bildirisine dönecek olursak söylenmesi gereken hususlar vardır.

Eskiden darbe heveslileri “genç subaylar rahatsız” diyerek darbe şakşakçısı medya aracılığı ile mesaj verirlerdi. Şimdi ise emekli amiraller bunu yaptığına göre artık bütün darbecilerin mezara yaklaştığını ve bu dönemin kapanmakta olduğunu görebiliriz.

Evet, çalıştığı sektörde uzman her vatandaş, bilimsel temellere dayalı her türlü tezi savunabilir, karşı olduğu bir politikayı eleştirebilir, ürettiği bir tezlerle karşı olduğu politikaların değişmesi için karar alma mekanizmalarına meşru yol ve yöntemlerle etki etmek için de çalışabilir.

Ülkemizde bu tür çalışmalar için kurulmuş birçok fikir kuruluşu, enstitü ve sivil toplum kuruluşu vardır. Fakat hâl böyleyken, birilerinin çıkıp vesayet dönemlerini anımsatan bir dil ve yöntemle gece yarısı bildirisi yayınlaması çok çirkindir. Devlet politikalarını eleştirme ve karar alma mekanizmalarına etki etmenin yolu, üniformanın şerefini istismar ederek kemiyet oluşturup toplumsal düzene parmak sallamak değildir.

Özellikle Deniz Harp Okulundan mezun kişilerin yani amirallerin böyle bir saldırıda bulunması bu okul hakkında sorgulama yapmamızı gerektirmektedir.

Üzülerek söylemem gerekir ki bu okul yani Bahriye Mektebi Osmanlı zamanından beri Sabetaycıların meskeni olmuştur. 1930 yılında Heybeliada’da bulunan tek cami bu okulda bulunuyordu. Fakat acımasızca bu sanat eserleri ile dolu camiyi, Sabetaycı amiraller yıktılar.

Buna karşılık her yıl 22 Mart Günü “Kuzu Gecesi”  adı verilen Sabetaycıların iğrenç ritüelleri daima devam etti. Kuzu gecesinde eğlenceler tertip edilip sanatçılar okulda ağırlanarak binlerce lira masraflar yapılırdı ve halen de yapılıyor.