Kainatı bir saray ve Peygamberimizi (asm) de o kainat sarayının rehberi olarak tasavvur ettiğimizde; saray sahibinin, sarayı yapmaktaki maksatlarının gerçekleşmesi iki şeye bağlıdır:
Birisi, rehberin varlığıdır. Eğer o rehber olmazsa, sarayın maksatları ve davetlilerden istenilenler bilinmez. O yüksek maksatlar, boşa gider. Tıpkı, dilini bilmediğimizden kendi başımıza anlayamayacağımız bir kitabın manalarını öğretecek birinin olmaması halinde, o kitabın bizim için bir kâğıt parçasından başka bir anlam ifade etmeyeceği gibi.

Bu nedenle o rehber üstadın varlığı, sarayın var olma sebebi olarak görülebilir. Diğeri de, davetlilerin o rehberin sözünü dinleyip ona uymalarıdır. Davetlilerin rehberi dinlemesi de, sarayın varlığını devam ettirmesine sebeptir.
Elbette, mantıken denilebilir ki: O rehber olmasaydı, bu saray yapılmazdı. Bir anlamı olmazdı çünkü. Ve yine denilebilir ki: O rehber dinlenmediği zaman, o sarayın varlık sebebi kalmadığı nedenle, saray ortadan kaldırılacak ve başka şekle dönüştürülecektir.

Peygamberimiz (asm) olmasaydı, kâinat yaratılmazdı denilebilir. Çünkü kâinatın yaratılış maksatları, ancak onun varlığı ve dersiyle bilinip, gerçekleşiyor. Ve insanlık O’nu dinlemekten tamamen uzaklaştığında, kâinatın varlık sebebi kalmayacak, kıyamet kopacak, ebedî âhiret diyarı ve cennet sarayı inşa edilecek denilebilir.”

Peygamberimizin (asm) Allah katında ne derece makbul bir zat olduğunu anlamaya çalıştıktan sonra “Levlake levlake lema halaktül eflak - sen olmasaydın sen olmasaydın felekleri yaratmazdım” hadisini kabul etmeyen bazı insanlara izahatta bulunmak istiyorum. Çünkü bu önemli hakikati inkar etmek sureti ile zarara girenlere yardımcı olmaya çalışacağım. Zira Peygamberimizin (asm) şefaatinden mahrum kalmaya bir delil bu yaklaşım tarzıdır.

Öncelikle ne diye bu zavallı hadis inkarcılarının fitnelerine alet olup kendimizi sıkıntıya sokalım ki? Bir Rafızı hadise yanlış mana verdi diye hadis inkâr edilmez. Hadis ile verilmek istenen mesaj nedir? İşte bunu anlamaya çalışmak lazımdır.
Bazı zavallılardan salâvat için “gereksizdir”, “yağcılıktır”, “kutsamacılıktır” türünden laflar edenlere de şunu söyleyeyim:

Salâvatın en genel manası rahmettir. Hazreti Muhammed (asm) biz insanları Allah katında temsil ettiği için bizler de Yüce Rabbimizden O’na rahmet etmesini dileriz. O’na edilen dua Dergâh-ı İzzet’ten geri döndürülmez... Ve O’na ne kadar çok rahmet edilirse, O’nun vasıtasıyla bize de o kadar çok rahmet düşer... Neticede O’na dua ederken makbuliyetinden emin olduğumuz, adeta bir “anahtar” duayla hem kendimize dua etmiş hem de Yüce Rabbimizin emrine ittiba etmiş oluruz. Âlemlerin Rabbi, Melekleriyle birlikte salât eder de (Ahzab 33/56) bize bu kutlu tabloya ittiba etmekten başka ne düşer...!

Bediüzzaman, sözünü ettiğimiz hadis-i kutsinin nasıl anlaşılması gerektiğini ve izahını bir çok eserinde yapmıştır. Emirdağ Lahikasında daha net bir ifadede bulunur:” Küllî Hakikat-ı Muhammediye (asm), hem hayatın hayatı, hem kainatı hayatı, hem İsm-i A’zam’ın mazharı ve bütün ziruhların nuru ve kâinatın çekirdeği aslîsi ve gâye-i hilkati ve meyve-i ekmeli olmasından o hitap ( Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım), hitabı doğrudan doğruya O’na (asm) bakar.”
Ahmet bin Hanbel, Buhari, Tirmizi, Darekutni, İbni Hibban, İmamı Hakim, İbnül Hacer ve İmamı Suyuti gibi daha nice gerçek muhakkik muhaddisler, kamil veli ve büyük allameler cerh ve tadil usulünü yaparak hadisleri günümüze kadar titizlikle ulaştırmışlardır.