Çocukların dil gelişimini güçlendirmek için bir tekerleme öğretilir. “Komşu komşu hu hu!” diye başlayan bu tekerleme çeşitli soru ve cevaplardan sonra “Dağ ne oldu? Yandı bitti kül oldu” ile biter. Şimdi de bu duruma benzer açıklamalar yapılmaktadır.

“İstanbul Boğazı ve İğneada açıklarında tespit edilen başıboş mayınlara ne oldu?” sorusuna Milli Savunma Bakanlığı yetkilileri, “mayının etkisiz hale getirildiğini” açıklamakla yetinmiştir. İşte böyle bir durum “yandı bitti kül oldu” tekerlemesini akla getirmektedir. Zira imha edilen mayınların menşe ülkesi, ülkemiz tarafından kullanılıp kullanılmadığı veya kimler tarafından kullanıldığı, ne tür deniz mayını olduğu, üzerinde seri numarası veya başka bir işaret olup olmadığı konusunda her hangi bir açıklama henüz yapılmamıştır.

Rusya- Ukrayna savaşı devam ederken Ukrayna’ya ait bazı deniz mayınlarının zincirlerinden koparak serbest kaldığı Rusya’ya ait bir denizcilik kurumundan bildirilmişti. Konu ile ilgili olarak bazı medya kurumlarında yayınlanan yazılarda; bu mayınların İstanbul Boğazına ulaşıp deniz trafiğini tehlikeye atabileceği de iddia edilmektedir.

İddialar boş değildir zira gerçekten de şöyle bir felaket senaryosu meydana gelebilir. Bir serseri mayın, boğaz geçişi yapan bir tankere veya su üstü gemisine çarpabilir. Çarpmanın etkisi ile gemi yakıtının yanarak İstanbul Boğazındaki sivil yerleşim yerlerine ulaşması mümkün olabilir. Daha kötüsü de olabilir örneğin güçlü bir rüzgâr ile yüzyıllar önce İstanbul’un tamamının yanıp küle dönmesi dahi ihtimal dâhilindedir.

Böylesine riskli bir durumda bile yapılan açıklamalar son derece yüzeysel ve kamuoyunu bilgilendirmekten uzaktır. Milyonlarca vatandaşımızın hayatını etkileyebilecek böylesi riskli durumlarda; devlet adamları ve askerlik otoriteleri kamuoyunu bilgilendirmek ve alınan tedbirleri paylaşmak zorundadır.

Maalesef eskiden kalma alışkanlılıklar hala devam etmektedir. Çünkü ülkemizde askeri kurumların kamuoyuna bilgi vermeleri veya vatandaşları tatmin edecek bilgilerle açıklama yapmaları hala mümkün olamamıştır. Buna mukabil; 104 emekli amiralin Kanal İstanbul ve Montrö gibi uzmanlık gerektiren konularda dahi hükümete ayar vermeye kalkışmaları daima söz konusu olmuştur.

Elbette bu gidişata bir son verilmesi zorunludur. Bu hatalı gidişe 360 milyon değerinde olan iki adet stratejik nakliye uçağımızın akıbeti ile başlayabiliriz. Kiev’de bir havaalanında bulunan bu uçaklarımızın, savaş başladığı günün akşamında “yükünü boşaltarak alelacele ülkemize dönmesi” hesabı sorulmamıştır. Önceki yıllarda nice benzeri durumda olduğu gibi kamuoyunu tatmin etmeyen baştan savmacı bir üslup ile kısa açıklamalar yapılması; doğru bir davranış değildir.

Bazı insanlar uçakların değeri ile ilgili bu kadar parayı anlayamayabilirler. Bu nedenle ne kadar büyük bir zarar ile karşı karşıya olduğumuzun bilinmesi için biraz yardımcı olmaya çalışayım: Öncelikle 360 milyon dolar; yaklaşık 6  milyar TL’ye karşılık gelmektedir. Bu kadar bir parayı en yüksek kağıt para olan 200 TL’lik desteler halinde bavullara koysanız tam 3 bin bavula ihtiyacınız olacaktır. Böyle bir parayı bir yerden bir yere nakletmek için ise tam tamına tepeleme doldurulmuş en az 3 TIR gereklidir. Üzerinde yetimlerin hakkı olan bu paranın başarılı bir nakliye operasyonu yapılmadan heba edilmesi kabul edebilecek bir tutum değildir. İnşallah bu uçaklar bir aydan beri bombardıman altındaki Kiev’den sağ salim döner.

Basınımızda deniz mayınları ile ilgili olarak çok farklı değerlendirmeler yapılmaktadır. Örneğin; İstanbul Boğazı yakınlarında görüldüğü belirtilerek fotoğrafları yayınlanan iki cisimden bir tanesinin “sonobuoy” denilen bir tür denizaltı saptayıcı cihazı olduğu ve bunun patlayıcı bir cisim olmadığı, ikinci cismin ise Sovyet yapımı başıboş bir mayın olduğu ifade edilmiştir.

Bu iddiaların varlığı dahi devlet yetkililerinin kamuoyuna tatmin edici bilgilerin verilmesini gerektirmektedir. Fakat askeri darbe dönemlerinden gelen alışkanlıklar hala devam etmektedir. Zira şu andaki mevcut general ve amiraller birlikte görev yaptığım insanlardır. Birçoğu ile birlikte aynı savaş gemisinde ve askeri birliklerde görev yaptım. Halka bakış açılarını ve hesap verme alışkanlıklarının olmadığını gayet iyi bilirim.

Bu insanlar bazı sivil bürokratlarda ve emekli amirallerin tutumunda görüldüğü gibi daima soru sorup halkımızı sorgulamayı severler. Fakat devletten maaş aldığı halde vatandaşa hesap verme gibi bir tutumları hiç olmamıştır. İşte ne yapıp edip bu alışkanlığı asker ve sivil bürokratlara kazandırma zorunluluğumuz vardır. Aksi takdirde gelişmiş ve medeni bir ülke olamayız.

15 Temmuz 2016 darbesi; halka tepeden bakan askeri ve sivil bürokratları yeteri kadar akıllandırmadığı anlaşılmaktadır. Bu konuda hükümet yetkililerinin, eğitim kurumlarının, aydınlar ve siyasetçilerin üzerine düşen çok önemli görevler vardır, vesselam…